8 Aralık 2009 Salı

Teşekkürler Sayın Başkakanım !

Tarihi: 10 Kasım 2009 Salı, 17:09

Teşekkürler Sayın Başkakanım
Bana bu yazının sonunda okuyacağınız şiiri yazmama ilham
verdiğiniz için,

Nefret nedir bilmeyen ruhuma son bir yılda nefreti
öğrettiğiniz ve hergün seyrettiğim haberlerde artık hiçbirşeyin beni
şaşırtmamasını sağladığınız için,

Bu akşam bana televizyonda bir şehit annesinin Arif’im nerde
diyen feryadını dinlettiğiniz için,

Vatani görevini yapan ve bir bacağını kaybeden bir gazinin
protez bacağını çıkartıp benim grurum bu diyerek feryad edip kendisine
verilen gazilik belgesini yer fırlattığını görmemi sağladığınız için,

Yüzünün büyük bir kısmı yanık ve parçalanmış olan diğer bir
gazinin benim grurum bu diyerek yüzünü gösterirken gözümden süzülen
yaşlar için,

Onları affediyorsunuz elleri kolları serbest dolaşıyorlar
benim oğlum toprak altında onuda affedin bana gelsin feryadını atan
ANA’nın kanlı gözyaşları için,

Bizim vergilerimizle bizden topladığınız paralarla 34
teroriste Cumhuriyet şenklilerini aratmayacak havai fişek ve lazer
gösterileri eşliğinde kahraman nidalarıyla kendilerini adam
sanmalarını sağladığınız için,

100,000 kürt kökenli TÜRK vatandaşının zafer nidaları ile dans
etmelerini ve yapmış oldukları meeting’i Kürdistan Milli Marşı
eşliğinde sonlandırıken, PKK bayraklarını TÜRKİYE semalarında
dalgalandırdığınız için,

Tüm ŞEHİT ve GAZİLERİMİZİ bu akşam bir kez daha şehit edip
gazi bıraktığınız için.

Daha bitmedi sayın başbakanım

Siz ve diğerleri sayın öcalan diyor ya merak etmeyin biz o
vatan hainine ve size içimizden her dakika sayıyoruz...

Size kısaca kendimden ve atalarımdan bahsedeyim sayın
başbakanım. Ben 400 yıl önce Karaman’dan Yugoslavya ya akıncı olarak
gitmiş ve orada 400 yıl yaşayıp Balkan harbinde vatanını korumak için
savaşmaya gelmiş Babası Boşnak, Annesi Arnavut kendisi önce TÜRK sonra
Boşnak olan TÜRK vatandaşı Hüseyin’im. Herşeyden önce vatan ve Türkiye
diye büyütüldüm. Türkiyemi Anamdan Avradımdan, Oğlumdan, Atamdan önde
severek büydüm ve büyüyorum. Nazım’ın Kadınlar şiirindeki;

Ayın altında kağnılar gidiyordu
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru

Mısralarındaki o kadınlardan birisi benim Büyük Halam dı.
Büyük Amcam çanakkalede şehit düştü. Dedem bizi İzmir'den Çanakkale'ye
savaşmak için 24 gün nasıl yürüdüğünün hikayeleri ile büyüttü. Bize
her zaman Vatan sevgisi aşılandı TEK VATAN... O da TÜRKİYE.

Biz hep önce TÜRK’tük sonra Boşnak. Biz hiçbir zaman bölünmek,
parçalanmak, ayrılmak, açılmak, kapanmak nedir bilmedik.Bunları n
konuşulduğu yerlerde bulunmadık.

Komşum Rum’du, Sınıf arkadaşım Ermeni,En iyi arkadaşım
Kürt,Eniştem Giritli, Mahalemizin Teyzesi Kavalalı, İlk Ustam
Tatar,Dedem Boşnak, Büyük babam Arnavut, ilk sevdiğim Macır,
Evlendiğim Giritli…….. Ama hepsi ilk önce Türktü.

Siz şimdi bizimle paylaşmadığınız bir karara varmışsınız adı
açılım.Size benim çocucuğumun geleceği ile ilgili kararları alma
yetkisini kim veriyor? Siz hangi güçle bizimle paylaşmadan bu Vatan’ın
geleceği ile ilgili bu kadar derin kararları alabilme yetkisini
buluyorsunuz kendiniz de? Size sizin dilinizde sesleniyorum
başnakanım. Unutmayın sizden büyük ALLAH var.

Siz Hz.Ömer adeletini bilir misiniz başbakanım? Hani birisini
hakkı yenildiğinde karar verecek iken kararı hakkı yenilene bırakan
Hz.Ömer. Peki siz bu dağdan inen şaklabanları affederken bu vatan
uğruna evlatlarını düğün dernek askere gönderip ALBAYRAK lı tabutlarla
geri alan ANALAR'dan, BABALAR'dan izin aldınız mı? Siz bu insanların
vebalini kaldırabilecek misiniz?

Bu akşam televizyonda Cemal Süreya’nın şu şiirini okudunuz;

Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Şimdi ben size aynı soruyu aynı şiirin bir şehit anası
ağzından okuyarak sorayım;

Sizin hiç oğlunuz hain bir kurşundan öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler


Şimdi ben size soruyorum; sizin oğlunuz şehit düşseydi aynı
kararı bu kadar rahat verip, dağdan inin gelin sizi kucaklayalım
oğlumu öldürdünüz ama olsun unutalım der miydiniz? Gelsinler
diyorsunuz kan akmasın bir daha.Sayın başbakanım biz küllerinden bir
vatan yaratmış ecdadın çocuklarıyız. Şehidimizin ardından kan ağlar
vatan sağolsun deriz. Bırakın o dağlarda kalsınlar o hainler biz
onları o dağlarda gömeriz ardında şehitlerimizin huzur bulmuş
bedenleri ile gökkubeyi başlarına yerlebir ederiz .Bizim onların
dönüşüne ihtiyacımız yok. Ama durum başka siz merak etmeyin
farkındayız.

Dünyanın en pahalı benzinini alıyoruz ağzımızı açmadık,

En fazla vergisini ödüyoruz ağzımızı açmadık,

Deprem oldu Özel iletişim vergisi dediler vatan sağolsun dedik,

Maaşımızdan %49 kesip ortlama yaşam ömrü 71 yaş olan
vatanımızda 66 yaşında emekli olacaksın dediniz ağzımızı açmadık,

1,5 lira konuşulan telefon için 24 lira fatura ödedik gık demedik,

Faturalarımıza güneydoğuda kaçak kullanılan elektiriğin
bedelini eklediniz ödedik,

Kız çocuklarını 14 yaşında satmasınlar diye KARDELENLER
dediniz yardım ettik,

Siz şimdi bizden ;

Bundan böyle bu VATAN’A verilecek evladım yok, ne olursa olsun
umrumuzda değil, kürdistan da kurulsun amerikalı da gelsin vatanı
alsın farketmez,

Artık hiçbir bedel ödemeyeceğiz,

Bundan böyle yurt dışlarında herkese Türkiye ve Türk insanını
anlatmayı keseceğiz,

Yada tüm bu medyadaki açılım şovları ile gaza gelip sokağa
çıkıp önümüze gelen Kürt kökenli yada Alevi vatandaşları
öldüreceğimizi, birbirimizi katledeceğimizi ,

Bundan sonra ne yaparsak yapalım nafile aman susalım başımıza
bir dert gelmesin,

Diyeceğimizi sanıyorsunuz ya...

Biz bu oyuna gelmeyeceğiz Mister President. Biz sizin ve sizin
akıl hocalarınızın ve diğerlerinin ne yapmaya çalıştığının
FARKINDAYIZ.

Biz sizin pek tanımadığınız bir kurtarıcının çocuklarıyız ve
biliriz ki TÜRK MİLLETİ ZEKİDİR. Bu yüzden bu defa bizi bize
kırdırmanıza izin vermeyeceğiz.

ALLAHIMDAN SİZİN GÖNÜL GÖZÜNÜZÜ AÇMASINI VE ŞEVKAT TOKATINI
HAKKIYLA İNDİRMESİNİ DİLER.

SAYGILARIMI SUNARIM



ALINTI

27 Ekim 2009 Salı

Seni Bu Yamyam Kibrin Bitirecek

ÇOK YÜREKLİ VE KUTLANACAK BİR YAZI, AĞZINA SAĞLIK ;
MUTLAKA KENDİSİNE ULAŞMIŞTIR.
MERAK ETTİĞİM BU YAZIYI YAZAN KİŞİNİN(F.SİBEL YÜKSEK) NE ZAMAN ERGENEKON KAPSAMINA GİRECEĞİ VEYA BAŞKA BİR MUAMELEYE UĞRAYACAĞI.
ŞİMDİDEN GEÇMİŞ OLSUN...

Seni Bu Yamyam Kibrin Bitirecek


Billboardlardaki resimlerine baktım; güya “kudretli” görünesin diye en çılgın bakışlı fotoğraflarını seçmişler. Kontrolsüz bir adrenalin ile geldiği yeri hazmedemeyişi harmanlayan deli bakışları.

Ne yapsan olmuyor.
Kültürsüzlüğün, görgüsüzlüğün, basitliğin, açlığın her şeyin önüne geçiyor. Sadece çalma, çırpmaya, vebal almaya işleyen kıt aklın bile durup durup sana “Saygı görmüyorsun, sende bir şeyler eksik” diye fısıldıyor. Bu fısıltıyı duydukça iyice kontrolden çıkıyorsun. “Bana saygı duyun, önümde eğilin. Eteklerimi öpün” diye tepiniyorsun ama olmuyor.
Olmuyor işte.

En yakınındakiler bile senin iflah olmaz kifayetsizliğine, insanlıktan çıkmış öfkene, Allah'a şirk koşma noktasına gelmiş kibrine dayanamıyorlar.

En uyanıklar ile kullanım tarihinin tamamen sona gelmesini bekleyenler kaldı sadece çevrende. Bir de bir delinin gölgesi ardında kirli oyunlarını yürütenler.

Boşsun, bomboşsun.
Bir genelev fedaisi kadar ruhsuz ve hoyratsın.
Kabadayılığın da hikâye, dobralığında yalan, “delikanlılığın” da naylon.
Hak, hakkaniyet, adalet, merhamet gibi kavramlar kapından bile geçmemiş.
Alım-satım ustalığından, ticari uyanıklıktan dem vurarak örtmeye çalışıyorsun bu büyük eksikliğin üzerini.

Sahi kimsin sen?

Hep aynı yerden servis edilen üç adet gençlik, çocukluk ve askerlik fotoğrafından başka neden görüntün yok senin?
Hangi okulları bitirdin, kimlerle aynı sıralarda oturdun?
İlkokul öğretmenin kim?
Neden bir kişi bile çıkıp seninle ilgili bir tek anısını anlatmıyor?
Seda Sayan'ın bile mahalle yıllarından bir fotoğraf çıkıp geliyor da, senin geçmişin neden bu kadar sis perdelerinin ardında gizli?
“Olmayan” biri misin yoksa sen; laboratuarda mı imal edildin? Hangi merkezlerde programlandı hastalıklı beynin?

Bütün değerlerden neden bu kadar yoksunsun; en kutsal kavramların içini boşaltmada nasıl bu kadar maharetlisin? Hurafe, iftira, şirret ve cehaletten beslenen dilin; hırstan ve doymamışlıktan ibaret kişiliğin, bir ağaç kovuğundan başka hiçbir şey olmayan fani bedeninle tarihin onurlu sayfalarında yer almaya soyunma cesaretini nereden buldun.

Duyduk ki şimdi de “padişahçılık” oynuyormuşsun. Şah oldun, sıra şahbaz olmaya geldi. Her mevki ve makamı tattın, geriye “padişahlık” kaldı öyle mi?
Senin montaj ürünü kimlik ve bedeninden kuşkusuz bir Fatih, bir Yavuz, bir Kanuni olmaz ama Deli İbrahim-Vahdettin karışımı bir kukla, pekâlâ olabilir. Seni bütün bu defolarınla sahnede tutanların işine fazlasıyla yarar böyle acınası bir bez bebek.

Esiyorsun, gürlüyorsun, tepiniyorsun.
Pazarcı gibi tiz çığlıklar atıyorsun.
Deli bakışlarını devire devire, boyun damarlarını şişire şişire höykürüyorsun.

İyi de sen ne istiyorsun?

Karun oldun. Çocukların ülkedeki simit tablalarından bile haraç alıyor, gudubet karın ipek kumaşlara, paha biçilmez mücevherlere büründü. Şakşakçıların ceylan derisi koltuklarda basen büyütüyor. Bu kadarı da olmaz ki diyen kim varsa işinden aşından ettin, zindanlara attın, ailelerini açlığa mahkûm ettin. Gencecik üniversite mezunları işsizlikten intihar ediyor. Doktorlar, öğretmenler, polisler, subaylar açlık sınırında yaşıyor; emekliler pazarlardan sebze artığı topluyor. Şehit katilleri Meclis'te suratımıza çemkiriyor. Sen hâlâ üstündeki pahalı elbiselerin, özel yapım som altın kol saatin, ipek kravatınla karşımıza geçip kusuyorsun da kusuyorsun.

Kime bu kinin?
Nereye doğru gittiğini bir gün olsun düşündün mü? Olmayan vicdanınla bir gün olsun kendine “Acaba biraz ileri mi gidiyorum” diye sordun mu?
İtikadın da yalan biliyoruz.
Ama bir gün olsun “Ya hesap günü varsa” diye endişelendiğin oldu mu?

Evet var.
Hesap günü var.
Ve sanki bu saldırganlığın, bu doymazlığın, tamah etmez azmışlığın, O hesap gününü biraz daha yaklaştırıyor. Artık Allah’ın gözüne batıyorsun birader!
Fazla parazit yapıyorsun, ortalığı hacminden fazla kirletiyorsun. Elde ettiklerinle şükür etmeyi, biraz da başkalarını düşünmeyi başaramadın. Böyle bir kapasiten yok çünkü.

Dünyaya yemeye, içmeye, dışkılamaya, kin ve nefret aşılamaya gelmişlerdensin. Üste bir de kibir yapıyorsun, işte bu hiç çekilmiyor...

Senin sonunu da bu yamyam kibrin getirecek…


FATMA SİBEL YÜKSEK
KENT GAZETESİ

4 Eylül 2009 Cuma

Ben bir palyaçoyum...

Adamın biri bir gün doktora gitmiş.
'Doktor bey ben mutsuzum, hiç gülemiyorum, mutlu olamıyorum, demiş.
Doktor :sana ben birşey yapamam , demiş.
Adamla birlikte cam kenarına geçmiş.
Doktor :şu karşıdaki sirki görüyor musun? ,demiş.
Adam: Evet.
Doktor :Oraya git, orada bir palyaço var. O seni çok güldürür,çok mutlu olursun, neşelenirsin' demiş.
Adam :Doktor bey ben o sirkin palyaçosuyum, demiş
Kimse bilmiyor mutsuz olduğumuzu. Dışarıdan bakan herkez seni mutlu sanıyor. Oysa içeride kopan fırtınaların kimse farkında değil. Sen sadece palyaçoluk yapıyorsun herkeze, belkide yapmak zorunda hissediyorsum kendini. Her gülen mutlu değildir, bunu bilin ve fark etmeye çalışın etrafınızdaki palyaçoları. Çünkü sizde onlardan birisiniz.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

HABİB BABA

Habib Baba, 4. Murad devrinin gizli, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandı r. Yaşlıdır,fakirdir, gariptir. Fakat Rabbinin katında da alemlere denk bir değerin sahibidir.

Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda Erzurum'dan İstanbul'a gelmiştir. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider... Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak... Bedenini de ruhuna denk kılmaktır.

Fakat hamamcı Habib babayı içeri sokmak istemez.

'Bugün' der, 'Sultan Murad'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz.'

Habib baba üzülür... Rica, minnet eder, yalvarır...

'Ne olursun' der, 'kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım. Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum.Binbir dil döker.Hamamcı ehl-i insaftır... Dayanamaz... Kabul eder... Hamamın en sonundaki odayı göstererek ...

'Baba şu odada hızla yıkanıp çık, parada istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.'

Habib baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar... Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen. Onunda görünümü fakirdir... Ama sadece görünümü... İkinci müşteri kılık değiştirmiş, 4.Murad'dır. O gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir.

'Hele bir bakalım' demiştir, 'bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?'

Ve bu merak padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir. Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır.. .

Hamamcı vezirler der almak istemez... Padişah ise, ne olursun der, bastırır ve padişah galip gelir... Habib babanın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar:

'Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sende sar peştemali beline gir yanına... Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın... Ve ekler: 'Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler. '

Sonra 4.Murad da Habib babanın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır. ..

Habib babanın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz kirlenmiş gibi gelir ona... Allah hikmeti gereği dostuna, o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir...

Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib baba yumuşak bir sesle konuşur:

'Evladım' der, 'Sırtın fazlaca kirlenmiş, müsade edersen bir keseleyivereyim. '

Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve bü yük bir haz duyar... Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir.

Memnuniyetle Habib babanın önünde diz çökerken: 'Buyur baba' der, 'ellerin dert görmesin' Bu arada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib baba, 4.Murad'ın sırtını bir güzel keseler... Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez.. Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir.

'Baba' der, 'gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım.'

Habib baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle;

Olur evlad' deyip, sultanın önünde diz çöker. Bu arada, Sultan Murad kese yaparken bir yandan da Habib babayı yoklar, ağzını arar...

'Baba' der, 'görüyormusun şu dünyayı... Sultan Murad'a vezir olmak varmış... Bak adamlar içerde tef,dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi...'

Habib baba Sultan Murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler... Sultan Murad'ın Habib babadan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir:

'Be evladım' der, Habib baba, 'Sultan Murad dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını bile Sultan Murad'a keselettirir. ..'

Hayat üzerine kimseden duyamacağınız kurallar

Kural 1: Asla kendinden şüphe etme... Sen ne hissediyorsan o her zaman
doğrudur. Dünyadaki bütün insanlar toplansa ve sana aksini söylese
bile senin hissettiklerin senin için doğrudur. Onlar farklı
hissedebilir, farklı düşünebilir ama bu senin hissettiklerinin yanlış
olduğunu göstermez, sadece onlardan farklı olduğunu gösterir.

Kural 2: Asla farklı olduğun için utanma. Eğer çevrende senin gibi
düşünen, seni anlayan insanlar yoksa, o zaman çirkin ördek yavrusu
hikayesini hatırla... Muhtemelen sen yanlış yerde, yanlış insanlarla
birlikte olduğun için seni anlamıyorlardır. O halde hedefin, ait
olduğun yeri bulmak olmalıdır. Asla muhteşem bir kuğu olduğun
gerçeğini unutma ve ördek olmak için uğraşma.

Kural 3: Geçmişte yaptıkların için pişmanlık duyma ve özür dileme.
Yaşadıklarının senin için önemli bir ders olduğunu kendine hatırlat.
Bu tecrübe ile aldığın bilgiyi özenle incele, olayda yaptığın hataları
ve yeniden aynı durumda olsan nasıl davranacağını iyice düşün ve
gelecek olaylar için kendini hazırla. Kırılan vazo tamir edilemez ama
gelecekte başka vazoların kırılması önlenebilir

Kural 4: Mümkün olduğunca kimsenin senin adına karar vermesine izin
verme ama başkalarının haklı olabileceğini de unutma. Bu hayat senin
ve istediğin gibi yaşamaya hakkın var, fakat başkalarını dinle ve
onların bakış açısını anlamaya çalış.

Kural 5: Ailen dışındaki insanlarla ilişkilerinde, asla kendi
ihtiyaçlarını ikinci plana atma ve kendini hayallerle kandırma. Her
zaman ama her zaman önce sen gelmelisin. Asla başka insanlar üzülmesin
diye kendini üzmeyi tercih etme.Sen kaldırabiliyorsan, onlarda
kaldırabilir. Karşındaki insan senin mutluluğunu düşünmüyorsa ve senin
üzülmene yol açıyorsa, o zaman o insan sana değer vermiyor demektir.
Bu kişileri değiştireceğini ya da sana zamanla önem vereceğini
düşünme. Sana karşılıksız sevgi veren ve senin için her şeyi göze
alabilecek tek insanlar ailendir.

Kural 6: Asla kaybetmekten korkarak, sırf inanmak istediğin için
karşındaki insanın sevgi sözcüklerine inanma. Sevgi insanın
kalbindedir, gözlerindedir, davranışlarındadır, ses tonundadır, sana
verdiği önemde ve değerdedir, senin için yaptığı fedakârlıklardadır.
İnsanlar çok kısa zamanda sevgi sözcüklerini umarsızca dağıtmaya
başlarlar. Bunları dinle ama gerçek sevgiyi karşındakinin
davranışlarına bakarak bul. İnanmak istediğin için değil, gerçek
olduğu için karşındaki insanın sözlerine inan...

Kural 7: Her zaman ama her zaman, mutlaka kalbini dinle. Hayatta senin
için neyin doğru olduğunu bir tek içindeki ses söyleyebilir.
Dolayısıyla içindeki sesle konuşmayı öğren. Her gün kendinle kalmak
için zaman ayır ve kalbini dinle. Başka şekilde hissetmek için ikna
etmeye değil, gerçekten ne hissettiğini bulabilmek için dinlemeye
çalış. Bazen içindeki ses sana çok zor geleni yapmanı söyleyebilir ya
da duymak istemediklerini söyleyebilir. Korkma ve içindeki sesi
dinlemeye devam et...

Kural 8: Her zaman ama her zaman, mutlaka kendine iyi davran. Kendini
sev, şefkatle yaklaş. Yanlış yaptığında acımasızca kendini eleştirip
üzme... Aksine başını okşa, kendini kucakla ve her şeyin geçeceğini
söyle. Üzgün olduğunda, kırıldığında, acı çektiğinde, mutsuz
hissettiğinde kendine özen göster, tıpkı hasta bakar gibi kendine
bakım uygula. Yapmaktan hoşlandığın aktivitelerle meşgul ol ve bu
durumdan çıkarak kimsenin seni incitmesine, üzmesine izin
vermeyeceğini göster.

Kural 9: Hayatta her şeyin bir bedeli olduğunu asla unutma ve bedel
ödemekten istemediğin için kendini boşlukta bırakma. Örneğin bir
insanı incitmişsen, ödeyeceğin bedel o insanın güvenini yitirmektir.
Eğer seni sevmeyen biriyle birlikteysen, yalnız kalmaktan korkup
ilişkini sürdürme, çünkü bunun bedeli sevgisiz bir hapiste yaşamaktır.
Eğer farklı olmaktan korkuyorsan ve başka insanları taklit edip onlar
gibi olmaya çalışıyorsan, ödeyeceğin bedel kendine olan saygını
yitirmek olacaktır. Diğer taraftan bazen kendin gibi olmanın bedelinin
de yalnız kalmak olduğunu unutma. O halde yaşamda her zaman bir bedel
ödeyeceğini hatırla. Bir adım atmadan önce mutlaka ödeyeceğin bedeli
bil ve kazanacaklarına değip değmediğine bakarak kararlarını ver.

Kural 10: İnsanlara karşı nazik ve sevecen ol, ne olursa olsun asla
bir başka insanı kırmak için konuşma, bilinçli olarak üzmeye çalışma
ve kendi acını hafifletmek için bir başkasını yaralama.

Kural 11: Hayatta en büyük dostun sen olabileceğin gibi hayattaki en
büyük düşmanın gene sen olabilirsin. Seçimini yap ve kendin için
dostun mu yoksa düşmanın mı olacağına karar ver. Yaşamdaki tüm acıları
atlatabilirsin, her şeye rağmen mutlu olmayı başarabilirsin, istersen
kötü alışkanlıklarını bırakabilir ve her zaman yeniden
başlayabilirsin. İstersen kendine yeni bir hayat kurabilirsin. Eğer
sen kendinin dostu olabilirsen...

Kural 12: Asla tecrübe kazanmaktan kaçma... Ne kadar zor olursa olsun,
yeniden ayağa kalk ve yola devam et. Hayatı öğrenmek için o
tecrübelere ihtiyacın var. Kalbin aşk acısı ile yaralanmış ise,
sonsuza kadar kendini aşka kapatma. Ruhun insanların acımasızlığı ile
incinmiş ise, hayata küsüp kendini karanlık bir dünyada yaşamaya
zorlama. Bedenin çok büyük acılar çekmişse, kendini uyuşturup bırakma.
Unutma bilge insan hayatı yaşayandır.

24 Temmuz 2009 Cuma

BUDDHA

BUDDHA bir köyden geçiyordu ve insanlar gelip onu aşağılayarak en söylenmeyecek şeyleri söylediler. ''BUDDHA ''durdu sessizce, dikkatle dinledi ve bana geldiğiniz için teşekkür ederim ama acelem var bir sonra ki köye gitmem gerekiyor. Bugün size zaman ayıramayacağım, yarın daha fazla zamanım olacak: söylemek isteyip de söyleyemediğiniz birşeyler kaldıysa, sizi yarın dinleyebilirim. '' Beni bugün mazur görün ''dedi.
İnsanlar inanamamışlardı. Bu adam tüm söyledikleri ağıza alınmayacak şeylere bir tepki vermeden sadece dinlemiş cevap bile vermemişti. Bizi duymadın mı? diye sordular. BUDDHA da dedi ki bir yanıt istediysen geç kalmış durumdasın. On yıl önce gelseydin seni yanıtlayabilirdim ama on yıldır başkaları tarafından yönlendirilmeye son verdim. Artık köle değil kendimin efendisiyim kendime göre davranıyorum. Başkasına göre değil kendi içsel ihtiyaçlarıma göre davranıyorum. Beni birşey yapmaya zorlayamazsın. Sen yapmak istediğini yaptın, kendini tatmin olmuş hissedebilirsin ama benim açımdan baktığında ben bunların hiç birini üzerime almıyorum ve almadığım içinde anlamları yok. BUDDHA devam etti. ''Birisi yanan bir meşaleyi nehre atabilir, nehre ulaşana kadar meşale yanık kalır, nehre ulaştığı anda ateş söner nehir onu soğutur. Ben nehir oldum. Bana küfür edersiniz onlar ateştir bana ulaştıkları anda benim serinliğim içinde ateş kaybolur artık acıtmazlar. Siz dikenleri atarsınız sessizliğime düşünce onlar çiçeğe dönüşür. Ben kendi yaradılışımın doğasından hareket ediyorum'' der.

HİÇ BİR GÜÇ , DÜŞ GÜCÜ KADAR GÜÇLÜ DEĞİLDİR !!!!

Genç yönetmen yeni filmi için yüzü
düzgün, kamera karşısında rahat, düş gücü gelişkin bir kadın oyuncu arıyordu.
Gazeteye ilan vererek adayları davet etmişti.
Gün boyu peş peşe girdiği mülakatlardan yorgundu.
O, kendine yeni bir kahve koyarken, sıradaki oyuncu adayını içeri aldılar.
Alımlı genç kız, yüzünde meraklı bir tebessümle deneme kamerasının karşısına oturdu ve yönetmenle sohbete başladı.
Adı Emile Muller'di.
Kısa hasbıhalden sonra yönetmen değişik bir şey denemiş olmak için "Çantanızı açıp bana içindekileri birer birer anlatır mısınız?" dedi.
Genç kız arkadaki çantaya uzandı.
Fermuvarını açtı.
Önce eline gelen iri kırmızı elmayı çıkarıp anlattı "Bu elmayı sabah tezgah başında meyvelerini parlatırken gördüğüm manav hediye etti. Çok iştahlı bakmış olmalıyım."
Sonra bir kitap çıkardı.
Henüz kitabın ilk sayfalarında olduğunu ve okuduğu satırlardan çok etkilendiğini anlattı. Romanın baş kahramanının dalaverelerinden söz etti.
Ardından bir gazete çıkardı İş aranıyor ilanını orada okumuştu.
Listede, başvuracağı başka işler de vardı.
Sonra makyaj çantası, ajandası ve not defteri...
Yönetmen, bu sonuncudan rasgele bir sayfa çevirip okumasını isteyince defteri açıp mahcup bir edayla okudu genç kız...
Özel duygulardı okudukları...
Derken çantanın gizli bölmesine attı elini...
Oradan iki fotoğraf çıkardı.
Biri uyuyan genç bir adam fotoğrafıydı "Sevgilim" diye açıkladı "Fotoğraf çektirmeyi hiç sevmez de...
Ancak uykudayken çekebiliyorum fotoğrafını..."
İkinci fotoğrafın annesinin evlenmeden önceki hali olduğunu söyledi. O halini şimdikinden daha çok seviyordu.
Genç kızın, çantadan çıkarıp büyük doğallıkla anlattığı her bir nesne, bir yapbozun parçaları gibi onun hayatından kesitler sunuyordu.
* * *
Bu oyun, 15 dakika kadar sürdü.
Sonunda yönetmen Emile'e teşekkür etti.
Çıkarken kapıdaki görevliye telefonunu bırakmasını söyledi.
"Arkadaşlar gelecek hafta sizi arar" dedi.
Emile çıkarken, yönetmenin asistanı girdi içeri...
Dışarıda bekleyen daha pek çok aday vardı.
Yönetmen gerindi.
Kısa bir mola vermek istediğini söyledi.
Hala aradığını bulamamıştı.
Yeni bir kahve doldururken karşısındaki sandalyeye asılı çantaya ilişti gözü...
Biraz önce içindekilerin birer birer anlatıldığı çantaydı bu...
Telaşla asistanını uyardı "Giden kız çantasını unutmuş, hemen koşup yetiştirsene..."
Asistan kız sandalyeye baktı ve "Yoo... O benim çantam" dedi.
Yönetmen, koltuğundan ok gibi fırlayıp kapıya seğirtti.
Aradığı oyuncuyu bulmuştu.
* * *
20 dakikalık bu siyah - beyaz Fransız filmini geçen hafta, 10.
Avrupa Filmleri Festivali'nde izledim.
Kısa filmin adı, filmdeki kızın adıydı "Emile Muller"
Yönetmeni Yvon Marciano...
Konusu "Hiçbir güç, düş gücü kadar güçlü değildir."



Can Dündar

KEYİFLİ BİR HİKAYE

Harvey Maxwell, daima yoğun tempo çalışan bir borsa brokırıydı. Hele bugün, olağandışı bir yoğunluk yaşamaktaydı. Büro her zamankinden daha kalabalıktı. İnsanlar alıyor, satıyor, bağırıyor, çağırıyorlardı. Fakslar durmadan çalışıyor, telefonlar durmak bilmiyordu.

Harvey bir yandan telefonlara koşuşturuyor, öte yandan kendisine yüzbinlerce soru soran müşterilere cevap yetiştirmeye çalışıyordu. Birçok hareketli parçadan oluşmuş bir makine gibiydi. İşte borsa, para dünyası buydu. Burada, duygulara ya da doğal dünyaya yer yoktu.

Öğle zamanı herşey sessizliğe büründü. Harley, kalemi kulağının arkasında, elinde bir sürü ordino ile masasında çalışmaya devam ediyordu. Birden irkildi, güzel çiçek kokuları geldi burnuna. İlkbahar rüzgarları gibi. Bu, yan odadaki sekreteri Bayan Leslie'nin kokusuydu. O anda borsa dünyası yok oldu. Miss Leslie hemen yan odadaydı, yirmi adım ötede.

"Yapmalıyım" dedi Harvey. "Hemen şimdi soracağım ona. Niye bekledim sanki bugüne dek."

Hızla yan odaya geçti. İki adımda sekreterinin masasına ulaştı. Bayan Leslie ona sevecen bir gülümsemeyle bakıyordu, yanakları hafifçe kızarmıştı.

- Bayan Leslie

dedi Harvey aceleyle.

- Yalnız bir dakikam var ve o bir dakika içinde de size çok önemli birşey söylemek istiyorum, Karım olur musunuz ?Size söylemek için hiç zamanım olmadı ama, bilin ki sizi gerçekten seviyorum. Lütfen çok acele cevap verin, içerde telefon çalıyor

- Ne, ne demek bu ?

diye bağırdı genç kız. Ayağa kalkmış, hayretler içinde bakıyordu karşısındaki adama.

- Anlamıyor musun ?

diye yanıtladı aceleyle Harvey, öbür odada çalmaya devam eden telefona kulak vererek.

- Benimle evlenmeni istiyorum. İşlerin hafiflediği şu anısana bunu sormaya ayırdım.

Başını kapıdan tarafa çevirip kayıt memuruna bağırdı.

- Pitcher, şu telefona bakıver

Bayan Leslie'ye dönüp yumuşakça ekledi.

- Benimle evlenecek misiniz ?

Sekreter önce şaşırdı, sonra ağlamaya, daha sonra da gülmeye başladı.

Kollarını brokırın boynuna dolayarak,

- Şimdi anlıyorum, bu borsa işi senin aklını başından alıyor

dedi.

- Hatırlamıyor musun Harvey ? Dün akşam saat sekizde köşedeki küçük kilisede evlendiğimizi unuttun mu sevgilim ?

(O.Henry'nin The Romance Of A Busy Broker adlı hikayesinden çok kısaltılmış bir uyarlama.)

23 Temmuz 2009 Perşembe

ÖZEL HAYATIMIZ DA GÜVENLİK

Özel Hayatımızda Güvenlik... Nedir Bu ?

  • Son yıllarda;
  • çocuk veya yaşlı fark etmez, gün içinde saldırıya uğrayan, kaçırılan veya öldürülen kurbanların sayısının artmasından dolayı…
  • Ülkemizde ve özellikle de İstanbul’da durum farklı olmadığı için….
  • Lütfen bir göz atıp, Sevdiklerinizin güvenliği içinsevdiklerinizle paylaşınız.
Dirsek
1)
  • Vücudun en sert ve dayanıklı bölgesi olduğu için en iyi silahınız dirseğinizdir,
  • Kullanacak kadar yakınsanız, dirseğinizi savunma silahı olarak kullanınız.
Cüzdan
2)
  • Hırsız sizden cüzdanınızı istiyorsa, CÜZDANI ONA VERMEYİNİZ.
  • Bunun yerine, cüzdanı uzak bir yere fırlatmayı deneyiniz.
  • Hırsız sizden çok cüzdanla ilgilenirse, TERS İSTİKAMETE DOĞRU hızla kaçınız.
Bagajda kilitli kalırsanız
3)
  • Herhangi bir şekilde bir arabanın bagajında kilitli kalırsanız, ayağınızla arka farları kırıp çıkartmaya çalışın.
  • Oluşan boşluktan elinizi dışarı çıkarıp elinizi sallayarak dikkat çekmeniz mümkün olabilir.
  • Aracın şoförü elinizi göremez, fakat arkadan gelen araçları sizin zor durumda olduğunu fark edebilir.
Bayan Sürücüler
4)
  • Özellikle bayan sürücüler, iş çıkışı, alışveriş v.b. faaliyetlerden sonra, arabalarına binip bir şeylerle uğraşma eğilimindeler.
(çanta düzeltme, makyaj tazeleme,
cüzdan yerleştirme, fatura kontrolü gibi).
BUNU YAPMAYINIZ.
  • Bu zaman, kötü niyetli kişilere aracın sağ veya arka koltuğuna binip, başınıza bir silah tutma zamanı ve imkanı verir.
  • Aracınıza biner binmez kapıları kilitleyip, HEMEN hareket ediniz.
Araca Binerken
5)
  • Aracınıza park yerlerinde veya evinizin önünde binerken dikkat etmeniz için birkaç öneri :
  • a) Aracınıza binmeden sağınıza, solunuza,arkanı za, ön ve arka koltuklarına ve yerlerine bakarak, etrafı şüpheli durumlar-kişiler için kontrol edelim.
  • b) Şayet aracınızın yanına büyük bir kamyon veya Tır park etmişse, aracınıza şoför kapısından değil, yan kapıdan giriş yapınız.
  • Birçok seri katilin, kurban kendi aracına binerken, kurbanlarını büyük araçların içine çektikleri tespit edilmiştir.
  • c) Aracınızın yanına park etmiş olan aracın yan koltuğunda tek başına bir erkek oturuyorsa, belki alışveriş merkezine geri dönmek, sonra geri gelmek veya bir güvenlik görevlisinin sizi izlemesini rica etmek uygun olacaktır.
  • Unutmayınız ki, temkinli olmak, pişman olmaktan daha iyidir.
  • Hatta paranoyak olmak, ölmüş olmaktan daha iyidir!
Asansör
6)
  • Merdivenleri kullanmaktansa, asansörü tercih ediniz.
  • Issız merdivenler ve merdiven boşlukları her tür suç ve şiddet için uygun mekanlardır.
  • (özellikle de geceleri.)
Silah
7)
  • Saldırganın bir silahı varsa ve siz onun kontrolü altında değilseniz, KAÇINIZ.
  • Onun sizi kaçarken vurma ihtimali 100 atışta 4’dür.
  • Vursa bile, kurşunun yaşamsal bir organa gelme ihtimali daha da düşüktür.
  • Koşarak kaçınız, hatta yapabilirseniz, zig zag çizerek kaçınız.

Duygusallık
8)
  • Bayanlar olarak çok duygusal ve sempatik yaklaşımlarımız olmaktadır.
  • Bu devirlerde BUNDAN VAZGEÇİN.
  • Bazı seri katiller bunu kullanmak için, ayağı kırılmış, bastona ihtiyacı olan, sakat kişiler rolünü oynamaktadır.
  • Aracına binmesine yardımcı olmanızı isteyebilir ve orada sizi yeni kurbanına çevirebilir.
Kapıdan Satışlar
9)
  • Kapıdan pazarlamacılar sizin kapınızda size yeni bir parfüm, deterjan vb.. yeni bir ürünü test için koklamanızı isterler,
  • SAKIN YAPMAYIN, KOKLAMAYIN.
  • Ayıldığınız da ( eğer ayılabilirseniz. !) belki soyulmuş olacaksınız, belki de iç organlarınız olmayacak,
İlginç
10)
  • Son bir güvenlik uyarısı daha :
  • Son zamanlarda katil veya hırsızlar, kurban seçtikleri ve yalnız olduklarını bildikleri bayanların kapısının önüne, bebek veya çocuk ağlaması kaydedilmiş teypler bırakıyormuş.
  • Bu sesi duyan bayanlar meraktan veya merhametten kapıyı açtığında saldırıya uğrayabilirler.
  • Lütfen her tür olağandışı ses, gürültü v.s.’de MUTLAKA ÖNCE YARDIM ÇAĞIRINIZ.

Paylaşmak Güzeldir…
  • Lütfen bu bilgileri, kendilerinde endişe yaratmadan, ama konuya yeterince önem ve ciddiyeti vererek, sevdiklerinizle ve hatta çocuklarınızla paylaşınız.
  • Maalesef her geçen gün daha güvensiz ve tehlikeli bir dünyada ve şehirde yaşadığımız için, eşlerimizi, arkadaşlarımızı ve çocuklarımızı korumak için onları bilinçlendirmemiz ve farkındalıkları nı arttırmamız gerekiyor.