24 Haziran 2009 Çarşamba

DOSTMUSUN ?

Dost musun?

Öyleyse canın canımdır...
Aynan olmalıyım...
Yüzüne söyleyebilmeliyim her şeyi...
Hem sakınmadan, mertçe...
Hani bilirsin, esirgemem lâfımı,
Ne şekil gelirse, öylece...
Hazırım tüm içtenliğimle konuşmaya, ama,
Seni de dupduru isterim karşımda...

Dostsan,
Gözlerimin içine baka baka yaka silk benden!
Arkamdan şikayetlenme!
Yiğit ol! Gerekirse yiğitçe azarla, çekinme!
Lâf değil, icraat beklerim senden!
Öyle bak ki, hislerini görebileyim...
Öyle hisset ki, güvenle bakabileyim...

Sevmem, ölenin ardından ağıt yakmayı!
Dil dönerken söylenmeli her şey...
Kulak duyarken anlatılmalı...
Göz bakarken bakmalıyım sana...
Can sağ iken sarılmalı...
Keşkelere meydan vermemeli hayatım,
Pişmanlıklarla yoğrulmamalı....

Hayır!
Dirime selâm vermeyen,
Ölüme de fazla yaklaşmasın!
Dostsan, ölmemi bekleme!

Haklıysam, yaşarken savun beni!
Yaşarken yanımda ol!

İnanmışsan bana, kimse çevirmesin seni yolundan!

Ve inanmamışsan, sakın rol yapma!

Her söylediğimi onaylaman şart değil...
Her yaptığımı beğenmen de gerekmez...

Dostsan, rahatça eleştir, fikrini rahatça söyle, sıkılma!
Yadırgayabilirsin beni,

Ve ben de seni tuhaf bulursam şaşırma...
Kandırmanı aslâ kabul edemem!
Her dediğini, her yaptığını hoş görürüm, ama,
Beni, bana sormadan yargılama!

Her yediğimiz aynı olmaz belki,
Her dakikamız birlikte geçmez...
Her güldüğünde gülmeyi garanti edemesem de,
Ağladığında seninle birlikte oturup ağlarım...
Belki her çağırdığında gelemem fakat,
Derdine ortak ararsan, koşarım...
Ben de herkes gibi insanım elbet,
Ne göklere çıkar beni, ne de yerin dibine sok!
Senin işin bu değil!
Benim zaten bir yerim var herkes gibi yer ile gök arasında...

Dostsan,
Küçümsemeden, küfretmeden,
Sevgiyle, saygıyla ve huzurla gel sokağıma...

Dinlenmek istediğinde, hiç düşünme, sana özel bir limanım,
ama...
Yorulduğum zamanlarda,
Dilediğimce sığınabilmeliyim koylarına...

Seni bir çocuk kadar saf sevebilirim
Ve bir deli kadar art niyetsiz...
Uğruna seve seve hesabı şaşırırım...
Görmezden gelebilirim yanlışlarını...

Başkaları enayilik sayabilir,
Başkaları akılsızlığıma yorabilir,
Bunları dert bile etmem, ama,
Sen, aslında aptal olmadığımı,
Her an, tekrar tekrar hatırla!

Ve sakın beni aptal yerine koymaya kalkışma!
Seviyorsan, cimrilik etme, söyle!

Muhabbeti varken, yokmuş gibi yapanla,
Hiç sevmediği halde, yılışıp durana sinir olurum!

Neyse, o olmalı insan...
Kendisi olmaktan korkmamalı!
Kendisi olmaktan kaçmamalı!
Bil ki, sensin diye seni bırakmam, ama,
Ben olduğum için bırakırsan beni,
Yas da tutmam arkandan!

Bedel mi?
Ödemeyeceksen çıkma yola!
İçten pazarlık edersen, ancak kendine edersin...
Kendince küser barışır, kendi kendini yersin!

Dostsan, mevsimince yağ...
Kışsan kar ol, güzsen yağmur...
Soğuğuna, sıcağına, esip savurmana itiraz etmem,
Senden, ille de bahar olmanı beklemem, ama,
Dayanmalısın en şiddetli fırtınalarıma...
Belki de çok geldi bunca talep...
Bana karşı hiçbir mecburiyetin yok, korkma...
Sana fazla geldiğim ilk anda,
Arkana hiç bakmadan, dönüp gidebilirsin...
Geçip gidebilirsin,borçluluk hissetmeden...
Mutlaka bir açıklama da beklemem senden, ama,
Gitmeye davranırsam bir gün,
Sen de karşımda set olma!

Dost musun?
Öyleyse, canın canımdır,
Yoluna baş koymaya hazırım ya,
Başını da yollarımda isterim, unutma!

ALINTI
__.

23 Haziran 2009 Salı

Murathan Mungan ' dan çok güzel satırlar

Kırdın mı incittin mi birilerini?
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler.
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mi kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış, giysilerim ütülü, odam düzenli mi?

******************

Geri verdim mi aldıklarımı: Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları,Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mi duygularımı
Hala sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma ovmalı umutları
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan

*********************

Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım
Mevsim sonu dostlarım, işporta mali ayrılıklar
Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zumlalar
Gece telefonları, issiz konuşmalar
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey
O kadar çok anlattım ki
Kendime kaldım anlatmaktan. ..

******************

Bunaldım kendisiyle boğuşmasını
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,
Ofset duyarlılıklardan
Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum 'içtenliğin' yada 'dünya görüsünün' kirletmediği
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum
Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları vitrin camlarına yansıyan yüzlerde
Bilmiyorum kalmış midir adresini yüzlerinde taşıyan insanlar
Hala bir umut var midir?
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde
Ne çıkmaz sokaktayım nede mutsuz
Sadece rüzgarlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar
Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken
Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız
Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim senin ve benim, yani bizim için...



Murathan MUNGAN

22 Haziran 2009 Pazartesi

Tıp fakültesi okumak,"Affınıza sığınarak, halt yemektir

Bu, bir doktor eşi tarafından yazılmış bir mail. internette dolaşırken rastladım.


Tıp fakültesi okumak

"Affınıza sığınarak, halt yemektir.

ben tıp okumadım, iyi ki de okumamışım. Türkiye'nin baba bir üniversitesinin "eşek bağlasan geçer" denilen bir bölümünde, çimlere ve boğaza karşı işletme okudum. en zorlu zamanım, altı günde yedi finale girdiğim son dönem oldu, uykusuz kaldım, sonra bitti gitti.

bizim endüstriciler, inşaatçılar, makineciler, bilgisayarcılar vardı. bilgisayacılar bir hafta proje kasar uyumazlardı. endüstriciler triple integrallerle kafayı çizerlerken, inşaatçıları ve makinecileri bitiren dinamikti. hepsi çalıştı, çabaladı, sabahladı. sonra onlarınki de bitti gitti ama onunki bitmedi. biz mezun olup keplerimizi havaya fırlattığımızda, o hala kafam kadar ingilizce pediatri kitaplarıyla boğuşuyordu. Dahiliye stajlarında, geceleri, yüzüne sıçramış kanı bile silemeden, hacettepe hastanesinin bir köşesinde, kahve ve sigara eşliğinde kendine gelmeye çalışıyordu.

ortalama iki ayda bir görüşüyorduk. bazen üç dört aya çıkıyordu süre. ben işe başladım, telefonla aradığımda geceleri, o ya yurdun çalışma salonunda ya da hastanenin kantininde oluyordu. ya binlerce sayfa notla uğraşıyor, ya da yoğun bakımdaki hastaların başında oluyordu. sonraki iki sene böyle geçti.


ben üniversiteme bayılmazdım, ama mezuniyet töreninde yine de kepimi fırlattım. o kendi törenine gitmedi, "altı sene ebemi bellediler" dedi, "sevinecek hiçbir şeyim yok". ben mezun olduğum gün, sözleşmemi imzalamıştım. o mezun olduğunda bir işi yoktu. dahası bir diploması da yoktu. sağlık bakanlığı diplomasına el koymuştu. ya tus'u kazanacak ya da zorunlu hizmete gidecekti.
benim arkadaşlarım -yani mühendisler, avukatlar, işletmeciler-

üniversitede, hadi bilemedin üniversiteyi bitirdiklerinde nişanlandılar, işlerini yoluna koyup yuvalarını kurdular. bir doktorla birlikteyseniz böyle bir şansınız yoktur. çünkü üniversite bittiğinde aslında hiç bir şey bitmez, söylediği gibi, "sevinecek bir şeyiniz yoktur".

mezun oldu ve aylarca ders çalıştı. sonra tus'a girdi, olmadı. Zorunlu hizmet kurasında kars'ı çekti, doğunun parisi kars. doğuya gitmekle sorunu olan bir insan değildi zaten, gitti.doğu nedir bilir misiniz? ben bilmem, ama o anlattı. doğu, hiç bir aletinizin olmadığı hastanelerde tanı koyabilmek için insanüstü çaba sarfetmektir. gerekli araçlar olmadan hastanızı iyileştirmeye çalışmaktır.
doğu, devletin ambulanslara benzin koymadığı, ve sevki gerçekleştirmek için hasta yakınlarından ambulansa benzin almasını beklediğiniz yerdir. hasta yakınlarının parası yoksa doktorun üzerine yürümesidir. doğu, aşı yapmak için jilet gibi kayalara tırmanmak, dağ köylerine çıkmak, sonra da aşı yaptığınız çocukların ailelerinden azar yemektir. doğu, devletin götürmediği her türlü hizmetin sorumlusu olmaktır. halkın gözünde devlet olmaktır, devletin beceremediği herşeyin müsebbibi olmaktır
döndüğünde tus'u kazanmıştı, üniversite hastenesinde uzmanlığa başladı. evlendik. haftada iki gece, penceresi olmayan, buz gibi bir laboratuvarda nöbet tutuyordu. buz gibiydi, çünkü yan depodaki ilaçlar bozulmasın diye soğutuluyordu bütün bölüm. yazın sıcağında, o, tepesinden esen rüzgarla hasta oluyordu. gecenin bir yarısı gelen kanlara bakıyordu, esrar aldıklarından şüphenilen ve yaka paça getirilen askerlerin idrarlarına. zırıl zırıl çalan telefonlara koşuyordu, zehirlenenlerle, intihar edenlere boğuşuyordu.

o benim eşim. haftada iki gece görmediğim, haftada iki gece nöbet tutan, ve sonra ertesi gün hiç bir şey olmamış gibi işine devam etmesi beklenen eşim. nöbet tuttuğu saat başına 1 ytl 66 kuruş alıyor.

evliliğimizin ilk yılları, onun hayatının en güzel yıllarında yaşadığı travmayı atlatmasına yardım etmekle geçti, yaraları sarmakla. biz 300 sayfalık kitaptan korkarken, o mezun olduğunda 15000 sayfa notu çöp torbalarına doldurup atmıştı. geri kalan kitaplar şu an üç kütüphaneyi doldurmuş şekilde evde duruyor.

bu sene uzmanlığını alacak. devlet uzmanlık diplomasına el koyacak, çünkü bir daha zorunlu hizmete gitmesi gerekiyor. uzman olarak çalışmaya başladığı zaman maaşı düşecek. ondan sonra askere gidecek ve orada nöbet tutmaya devam edecek. sonra gelecek, 35 yaşında, hayatı yarılamış bir insane olarak, geri kalan yıllarını huzur içinde geçirmesi umulacak.

benim eşim bunu yapmayacak, çünkü uzman olduğu gün doktorluktan istifa ediyor. hayatının 11 senesini bu işe adadı ve istifa ediyor, çünkü artık acı çekmenin anlamsız olduğuna karar verdi. böylece, türkiye bir "kendini tanrı sanan cibiliyetsiz bir doktordan" kurtulmuş olacak, bayram edebilirsiniz. istifa ediyor, çünkü evlendiğimizin haftası eve tüp takmaya gelen usta "sen doktor olmuşsun ama ben senden daha fazla kazanıyorum, keyfim de tıkırında"

dedi ona. istifa ediyor, çünkü ondan 150 puan daha düşük alan insanlar hayatlarını yoluna koydular, evlerini aldılar, çocukları 3-5 yaşına geldi. istifa ediyor, çünkü erken ölmesinden korktuğumu biliyor. istifa ediyor, çünkü 11 senede şunu anladı: türkiye'de doktor olmak halt yemek ve o haltı bütün sevdiklerine sürmektir."

Lügat-ı Hayat

Zaman....... .....bitmeyen bir dönencedir.
Doğmak....... ...var olmanın gerçekleşmesidir.
Yaşamak...... ...var olan bedenle zamanda koşmaktır.

Yalnızlık..... .....zamanı en zor biçimde yaşama karanlığıdır.
Beraberlik.. .....yalnı zlık karanlığına doğan aydınlıktır.

Sevgi....... .......bedenin doğal duygu çiçekleridir.
Sevda....... ......tüm sevgilerin, bedensel tutku zirvesidir.
Sevgili..... .......sevda tutkusunun sahibi yaren ´dir.
Sevişmek..... ...yaren ile mutluluk yumağını örmektir.

Aşk.......... ......YARADAN´ı çözebilme sanatıdır!

Mutluluk.... .....bedenin ulaştığı doyum nefesidir.
Gülmek....... ...bedenin yaşamda ki mutluluk fotoğrafıdır.
Ağlamak...... ...mutluluk fotoğrafının yırtılışıdır.

Hasret...... .....bir kurak, arayış, özleyiş rüzgarıdır.
Ayrılık....... ....sevgilileri ayıran sürgün fırtınasıdır.
Yoksulluk... ....mutsuzluk doğuran cadı kazanı´dır.

Cehennem.... ..mutlulukları n olmadığı mutsuzluk ülkesi.
Cennet...... .....mutsuzlukla rın olmadığı mutluluk ülkesi.
Ölüm.......... ....seyredilen filmin bitiminde ki ´ SON ´ yazısıdır

EVLİLİK VE KADIN

Evlilik kadınla erkek için aynı anlamı ifade etmez...

Kadın evliliği birçok nedenle arzular...

Öncelikle evlenmek kadına bir amaç olarak sunulur...

Kadının toplumsal kabulüdür evlilik...

Bu öyle gösterilip, evlenen kadınlar evlenmeyen kadınlara böyle baktığından, evlilik kadın için bir kere de olsa yapılması zorunlu bir kurum halini alır...

Bu haliyle evlilik, kadını anlamsız yere sonsuz streslere sokar...

Ancak bazı kadınlar için evliliğin başka anlamları da vardır...

Birçok kadın için evlilik iyi bir kısmettir...

Hayatı değiştirebilir, statü atlatabilir, insanı zenginleştirebilir, yaşamı kolaylaştırabilir, şemsiye ya da sığınak vazifesi görebilir, her halükarda bir ya da birkaç işlevi birarada götürebilir...

Kadın önce evlenmeyi ister, evleneceği kişiyi ise sonra belirler...

***

Oysa erkek önce kadını seçer, kadının durumuna göre evlenmeyi düşler ya da kadının yanından tüyer...

Erkek evlenmeyi düşünerek ilişkiye başlamaz...

Kadın evliliğe karar vermişse önce evlenmeyi düşünür, sonra evleneceği erkeği...

Bir kız arkadaşım evlenirken dönüp şöyle demişti bana:

Bu devirde evlenmek için bundan iyisini mi bulacağım?..

Ondan iyisini bulmak ya da bulmamak bir yana, evlenmek için bundan iyisini mi bulacağım? demek, birisini değil birisinden önce evlenmeyi düşünüyorum demektir...

Karar esasen evlilik kararıdır...

Evleneceği kişinin hangisi olacağı sonra gelir...

Oysa erkek evlilikleri kadın evliliklerinden farklıdır...

Erkek bir kadınla önce beraber olmaya bakar...

Çok aşık olursa ya da onu çok mutlu edeceğini görürse, elinden kaçırmamak için evliliği ister...

Aksi halde evlilik aklına gelmez...

Çünkü evlilik erkek için hayatı değiştirmeyecek, statü atlatmayacak, erkeği zenginleştirmeyecek, yaşamı kolaylaştırmayacaktı r...

Olsa olsa çoluğa çocuğa karıştıracaktır. ..

Onun için kadın evlendiğinde ben evlendim der gözleri parlar...

Erkek evlendiğinde ise, Evlendim diye bağırmaz, evlenip çoluğa çocuğa karıştık diye hayıflanır...

***

Kadın evliliklerinin, büyük aşkların sonunda gelmesi pek nadirdir...

Kadın ihtimaldir ki büyük aşk yaşadığı erkekle evlenemeyecektir. ..

Evlendiği erkek aşık olduğu değil, evliliği planladığı erkektir...

Evliliği planladığı erkek zaten aşık olmadığı erkektir...

Çünkü planla aşk birarada yürümez...

Planın olduğu yerde aşk olmaz...

Planlanan şeyin adına aşk denmez...

Kadın evlendiğinde istisnai durumlar hariç aşık değildir...

Aşık olan erkektir...

O aşık olduğu kadını kaçırmamak için evlenmektedir. ..

Kadın ise evlenilecek en iyi adamı bulduğu için evlenmektedir. ..

Durum erkek açısından acımtrak görünse de hayat gerçekçidir...

Evlilik iyi bir kısmet bulursa kadının hayatın değiştirir, toplumsal kabul gördürür, statü sağlar, zenginleştirebilir ya da hayatı kolaylaştırabilir. ..

Bunların hepsi somuttur...

Somut olduğu için somut olarak planlamak gerekir...

Erkek için ise aşık olduğu kadına sahip olmaktır evlilik...

Ve aşık olduğu kadından çocuk sahibi olmaktır amaç...

Statü sağlamak, hayatı kolaylaştırmak gibi amaçları olmaz erkeğin kadınla evlenirken.. .

Bunu evlilikle sağlamaya çalışan erkeklere aşağılama anlamında erkek o.... denir...

***

Erkek gerçekten aşıksa ve kadını kaybetmek istemiyorsa evlenir...

Kadın ise evlenilecek en iyi erkeği bulduğunda evlenir...

Kadın aşık olduğu erkekle genelde evlenemez...

O eski bir rüyadır...

Ya yüreğinin bir yerlerinde arada bir özlem olarak duyulacak ya da ince bir sızı olarak kalacaktır...



RehaMuhtar

Aşk ne ile beslenir ?

- Aşk sorumluluk ister: Aşkı yaşarken başka bir uğraşa daha fazla zaman ayırırsanız aşk incinir. Aşk yalnızlığı sevmez, sürprizleri sever.

- Aşk sevgiyle beslenir: Ona sevdiğinizi her fırsatta söyleyin.

- Aşk ilgiyle beslenir: Onu gün içinde arayın, sorunlarıyla ilgilenin, işinin nasıl gittiğini mutlaka sorun.

- Aşk özlemle beslenir: Ara sıra olan küçük uzaklıklardan ve onu özlemekten korkmayın.

- Aşk kıskançlıkla beslenir: "Olur mu öyle şey?" demeyin. Belirli dozlarda olduğu sürece kıskanmak ve kıskanılmak aşkınızı besler. Kıskançlık, aşka çok uygun bir duygu olduğundan aşkı büyütüp çoğaltma kapasitesine sahiptir. Aşk kıskançlıkla beslenir ama dozunu iyi ayarlamayı unutmayın.

- Aşk romantizmle beslenir: Romantizm için özel günleri beklemeniz gerekmez. Herhangi bir zaman ve herhangi bir günde ona o kadar romantik yaklaşırsınız ki, ömür boyu o anı unutmaz. Hele aşk hiç unutmaz.

- Aşk çılgınlıkla beslenir: Aşk çılgınlıklarla beslenir. Aşkın sürekliliğini korumak için çılgınlıklara son vermemeniz gerekir.

21 Haziran 2009 Pazar

ÇAN DÖRTTEN FAZLA ÇALARSA KİM ÖLMÜŞTÜR ?

ÇOK ESKİ YILLARDA KRALLIKLA İDARE EDİLEN BİR ÜLKE VARMIŞ.
AMA; BU ÜLKEDE , HUKUK VE HAKİMLER DE VARMIŞ.

TÖRELERE GÖRE, BİR VATANDAŞ ÖLDÜĞÜNDE,ŞEHİR MERKEZİNDEKİ DEV ÇAN BİR DEFA ÇALINIRMIŞ. UZUN UZUN DA YANKILANIRMIŞ .

EŞRAFTAN BİRİSİ ÖLÜRSE ÇAN İKİ DEFA ,

BÜYÜK BİR DEVLET ADAMI ÖLÜRSE ÇAN ÜÇ DEFA ÇALINIRMIŞ.

YA KRAL ?..
O ÖLDÜĞÜNDE , ÇAN DÖRT DEFA ÇALINIRMIŞ.

GEL ZAMAN, GİT ZAMAN …
ŞEHİRDE BİR OLAY OLUR. İŞ MAHKEMEYE İNTİKAL EDER, DAVANIN SANIĞI OLARAK MAHKEME HUZURUNA ÇIKARILAN KİŞİNİN MASUMİYETİNİ İSE BÜTÜN VATANDAŞLAR BİLMEKTEDİR.

BİR FORMALİTE OLARAK GÖRÜLMESİ VE BERAAT BEKLENEN DAVADAN SÜRPRİZ BİR KARAR ÇIKAR.

SANIK PARA CEZASINA MAHKUM OLMUŞTUR.
HAKİM SORAR :BİR DİYECEĞİN VAR MI ?..
SANIĞIN CEVABI : HAYIR !..

MAHKEME BİTER. DİNLEYİCİLER DAĞILIRLAR.KAFALARDA BİR KAYGI!..

KISA BİR SÜRE SONRA DEV ÇANIN SESİ DUYULUR.

ACABA KİM ÖLDÜ ?..

ÇAN BİR DEFA DAHA ÇALAR.

EŞRAFTAN BİRİ ÖLDÜ.

ŞEHİR ÇAN SESİ İLE BİR DEFA DAHA İNLER.

HIMMMMM… BÜYÜK BİR DEVLET ADAMI, ACABA KİM ?..SORUYA CEVAP ALINMADAN ÇAN BİR DEFA DAHA ÇALAR, YERİ, GÖĞÜ İNLETİR.
HERKESTE BİR FERYAT : EYVAH !.. KRALIMIZ ÖLDÜ !..

ANCAK ,

TÖREDE GÖRÜLÜP İŞİTİLMEMİŞ BİR ŞEKİLDE ÇAN,BEŞ VE ALTINCI DEFA DA ÇALINIR,
YER GÖK İNLER VE SESLER KESİLİR.

HERKES BUNUN NE ANLAMA GELDİĞİNİ ÖĞRENMEK İÇİN ÇAN GÖREVLİSİNE KOŞAR,

BİR DE BAKARLAR Kİ, ÇANI ,HAKSIZ YERE MAHKUM EDİLEN ADAM ÇALMAKTADIR.
SORARLAR :

NE DEMEK BEŞ VE ALTI DEFA ÇAN ÇALMAK ?..
KRALDAN DAHA BÜYÜK BİRİSİ Mİ ÖLDÜ ?..

CEVAP ŞAŞIRTICI OLDUĞU KADAR ANLAMLIDIR DA :

EVET … ADALET ÖLDÜ . . . . . . . . . .

Bir erkeğin hayat hikayesi

Bir dönem uçmak ister erkek, kuş gibi kanatlanmak,
özgürlüğünü doyasıya yaşamak...
Uçar, uçar, okyanuslar aşar..
Sonra bir dönem gelir, özgülüğünde boğulduğunu
farkeder, esas hapisin mutlak özgürlük olduğunu, onun
uğruna nelerden vazgeçtiğini hatırlarken...
Bitti, der, artık doydum..
Bağlanmak ister, aşık olup, sahiplenmek, daha da
önemlisi sahiplenilmek, düşünülmek, paylaşmak,
özgürlükten daha güzel gözükür her seçenek, hele bir
de seviyorsa delicesine.
Ever der, işte bu aradığım...
Üremek ister, doğasını dinlemek, hormonlarını
dizginlememek, çoluk çocuk sahibi olmak, babacım
denilmek, kocam, canım, aşkım...
Mutludur, işte bu der, hayatın anlamı...
Sonra başka bir dönem gelir, babacımlar yetmez, büyük
aşkların hepsi biter, kocam, aşkım, canımlar da...
Kaçmak ister, sorumluluklardan, alışkanlıklardan,
bazen işinden hatta kendinden...
Yeter der, bu değildi benim hayal ettiğim...
Güzel tebessümlere takılmaya başlar gözleri, yeni
kokulara, genç tenlere.
Yeni hayallere dalmaya başlar benliği, hiçbir yere ait
hissetmediği...
Vazgeçtim der, eğer cesursa, çok üzgünüm, bu değil
hayattan beklentim...
Bir yeni sayfa daha açar, kısacak hayatında,
özgürlüğün eski tadı olmasa da...
O mu der, yok bu kesin, yine yanıldım, anlamıyor
hiçbiri beni...
Yaş ilerler, çizgiler kendini belli eder...
Kırlaşmış saçlarını şevkatle okşayacak bir el, onu
deli gibi arzulayacak genç bir beden, kaygılarını
paylaşacak olgun ruh, hiç büyümeyecek çocuk ruhunu
kabullencek anlayışlı karakter arar ama tek vücutta
bulamaz...
Nafile der, arayışlarım nafile...
Kabullenir çaresizce, yetinir seçeneklerden biri ya da
yeterince paralıysa birkaçıyla...
Yüreğindeki yalnızlık ateşi sönmez, arayışı hiç ama
hiç bitmez, son pişmanlık fayda etmez
Sıradan bir erkek bu, sukunet nedir bilmez...

20 Haziran 2009 Cumartesi

Cenazeme bekliyorum seni

Cenazeme bekliyorum seni .. Biliyorum, hiç beklemiyordun bu daveti. Birden geliverdi değil mi.."Daha dün konuşmuştuk ama.." diyorsun. "Ama nasıl olur!"lar çekip çekiştiriyor iki yakanı. "Hiç beklenmedik bir ölüm!" bu, değil mi? "Vakitsiz" "Erken!" "Sürpriz!"

İşine ara vereceksin bugün...

Neşeni kaçırdım biliyorum.

Kocaman bir pürüz gibi duruverdim karşında.

Hızını kestim hayatının.

Dahası, üzerine alındın.

Ölüm bize de yaklaşırmış dedin.

Ölmesi kanıksanmış, öleceği gelmiş bir yaştayız artık.

Ölmüş olmasına şaşırılmayan bir adamım.

Bir baksana, ne değişti ki dünyada, ben eksildim diye.

Köprüde trafik akıyor hâlâ.

Ben öldüm diye şeritleri eksilmedi ya yolların.

Ben öldüm bu defa...

Hayret, şimdiye kadar hep başkalarıydı ölen.

Gitsem de gitmesen de farketmez bir cenaze olurdu camilerden birinin avlusunda.

Belki bir kalabalık çıkagelirdi önüme...

"Ölen biri çıkar bu şehirde her gün!" diye kanıksadığım

Adını bile sormaya zahmet etmediğin.

Eksilenin kim olduğuna aldırış etmediğin.

Gitti diye üzülmediğin birinin cenazesi işte.

Aynı manzara, aynı tabut, aynı üzgün yüzler.

Aynı güneş gözlükleri.

Sıradan bir cenaze yani.

Ama bu cenazeye mutlaka gitmeliyim.

Seni bilmem ama beni bekliyorlar.

Ayıp olur, çok ayıp...

Davetlilerin yüzüne bakamam sonra.

Dediği gibi şairin, bir musallalık saltanatım bu benim.

Başroldeyim.

Toprağa konulacak adam rolü benim.

Ardından ağlanılacak adamı ben oynayacağım.

Hiç itirazsız karanlığa uzanmak bana düştü bu defa.

Üzerine toprak atılan adamı.

Bir toprak yığının altında yüzü erimeye terkedilen adamı

Hüzünlerin müsebbibi olacak adamı.

Ayakkabısının kendisini bekleyeceği adamı.

Elbiseleri evden çıkarılacak adamı.

Yatağı boş kalacak adamı.

Akşam eve dönmeyecek adamı.

Eve dönmesi beklenmeyecek adamı.

Sofrada yeri boş duracak adamı.

Adı telefon rehberinden silinecek adamı.

Şehrin dudaklarından yarım ağız çıkmış bir hece gibi önemsizleşecek adamı.

Sevinçlerin ortasına en fazla bir hıçkırık gibi sokulsa bile hatıranın evinden hemen kapı dışarı edilecek adamı

Resmine bakıp bakıp da ağlanacak adamı belki.

"Adı neydi.... Hani.... şunu yapardı ya!" diye yokluğu normal bilinecek adamı.

Soluk bir resimde mahzun bir tebessümün ardında aşklarını saklayan, susturan adamı.

Ben oynuyorum bugün...

Sahnedeyim

19 Haziran 2009 Cuma

Ne dersin !!!

Senden önce ne yapardım ben,bunu hatırlamaya çalışıyorum. Hatırlamaya çalıştıkça da kocaman bir boşluğun içine yuvarlanmış gibi oluyorum. Senden önce ne yapardım ben?


Niye düşündükçe herşey boş ve anlamsız?Şaşırıyorum çünkü bir insanın hayatını bir başka insan nasıl bu kadar değiştirebilir ki?Sen olmadan önce anlamsız mıydı hayatım? Değildi elbette. Belki hayatıma seninle birlikte yüklenen anlam, daha önce yaşanan herşeyi silip götürdü... Ne dersin ?


Doymak bilmeyen bebeklerin annesini gözlemesi gibi gözlüyorum bende seni. Sürekli senden gelecek bir haberi beker durumdayım. Zamanı seninle nasıl geçireceğimi hayal eder durumdayım.


Ne yaptın bana bilmiyorum. Aşksa aşk, sevdaysa sevda. Daha önce de yaşadım en koyu aşkları.. Ama bu başka bir şey. Hani aşktanda üstün diyeceğim, bir türk filminin kavuşamayan iki kahramanı gibi olacak. Bu da değil.


Senden önce nasıl mutlu olurdum ben?Neler sevindirirdi beni? Yine aynı kitapları okurdum, yine aynı müzikleri dinlerdim. Ama senden sonra sanki hayatımda ilk kez müzik dinliyormuşum gibi geliyor. İlk kez bir kitabı elimden bırakmadan her satırını beynime kazıyarak okuyorum...


Ansızın hayatıma girdiğin o andan öncesi yok.. Daha ne olduğunu anlayamadan birdenbire doldun içime.. Teslimdim artık sana, yüreğimle.. bedenimle.. ruhumla teslimdim. Varlığınla hayatımı değiştirmene seviniyorum; ama, senden öncesini hatırlamayan ben gidersen ne yapacağım? ya herşey tıpkı hayatıma girişin gibi yarım kalırsa? Gidersen ve ben yarım kalırsam herşey yabancı gelecek bana. Herşeyi yeniden öğreneceğim. Üstelik öğretmenim de olmayacak. Bunu yapabilir miyim bilmiyorum. Düşüncesi bile ruhumu karartıyor. Senden önce ne yapardım ben? Nasıl mutlu olurdum?Ya gidersen? Nasıl yaşarım ben senden sonra?Söylesene sevgili... ne yaptın bana?....

alıntı

Sen gitme olurmu ...

Her gidişin ardından bakakalır gözyaşlarım. Öyle ki neden döküldüklerini bile anlamadan, yere bile düşmeden gitmiştir giden. Hep böyle olmuştur; ani (ve sebepsiz). Hiç anlamadım neden gittiklerini. Belki de ben aradığımı bulayım diye gitmeyi seçtiler.. Ne kadar nahifim.

Biliyor musun, hiç endişelenmedim terkedilirken. Üzülmedim dersem yalan olur, kimseler bilmeden ağlamadım belki, bir kaç damla göz yaşı ile geçiştirdim gidişleri; ama çok kıymetli bir kaç damla. Hep söylemişimdir, ben ağlayamam. Endişelenmedim, çünkü giden biliyordur, kalırsa huzursuz geceler beklemektedir bizi. Üzüldüm, çünkü hiç anlamadım neden gittiklerini; bilsem üzülmezdim belki.

Her gideni kalbimin bir köşesine koyayım dedim, beceremedim. Giden gittiğiyle bitmiştir hep. Bir kaç mutlu anı dışında ne varsa götürmüştür yanında her seferinde. Sanırım eski şeyleri tutmayı sevmediğimden pek; onlar da biliyor huyumu. Zaten kalan oldu mu, hemen başlıyorum temizliğe. Düzen hastası olmak ne fena.
Şimdi düşünüyorum da.. Sayamıyorum bile gidenleri. Aklımda bir kaç isim ve gözümün önünde bir kaç flu yüz var.
...:
Hiç birini küçümsemiyorum; ama huyum kurusun, unutmazsam olmuyor. Sebepsiz gidişlerden nasıl yorulduysam, dayanılır gelmiyor anımsamak. O kadarcık da olsun, değil mi?
Sen.. Seni unutmak istemiyorum. Senin gidişini izlemek istemiyorum. Tükeneceğimi biliyorum. İlk kez korkuyorum. Hem de çok korkuyorum. Zayıflık dersen de, ne yapayım? Sana yaranmak değil ki bunları yazarken niyetim. Şu alkolden dönen başımı durdurup 2 satır yazabiliyor olmamın sebebini ne ben biliyorum, ne bir başkası. Anlatıyorum işte. Korkuyorum, çünkü kendimi kandıracak değilim, senin gitmeni kaldıramam. Söylemekten korkmuyorum, bak. Seni seviyorum.

Sen gitme, olur mu? Hele sebepsiz, hiç gitme.

18 Haziran 2009 Perşembe

Ölmeden önce ....

Beldelerden birinde,her beldede bir örneğine rastlanan zengin ama cimri bir adam vardı.Herkesin kendisini cimri diye bilmesinden rahatsız olan adam,bir gün o beldenin bilge kişisine gidip dert yanma ihtiyacı hisseti.

"Niye herkes benden nefret ediyor,anlamıyorum."dedi cimri."Halbuki,öldükten sonra malımın bir kısmını hayır hasenat işlerine bırakacağım diye söz vermiştim.Bunu duymayan da kalmadı."

Bilge kişi,adamın sözleri üzerine bir müddet sessiz kaldı.Sonra:

"Sana bir öykü anlatayım"dedi,"Domuz ile ineğin öyküsünü..."

"Tamam"dedi cimri,"anlat bakalım."

Bilge kişi öyküsüne başladı.

"Bir gün,çiftliğin birinde bir domuz komşu ahırdaki ineğe insanların kendisini hiç sevmediğinden dert yanmaya başlamış.
"Senden ise"demiş,"hep güzel sözlerle bahsediyorlar.anlıyorum;sen onlara süt veriyorsun.Ama ben donlara daha fazlasını veriyorum.İnsanlara etimi veriyorum,derimden ayakkabı yapılıyor.en iyi fırçalar da benim kıllarımda yapılır.Hala daha beni niye sevmezler,anlamıyorum?"

İnek,üzüntü içindeki domuza bir müddet öylece baktıktan sonra:

"Belki de dostum" dedi,"sen bütün bunları insanlara ancak öldükten sonra verdiğin halde,ben verdiklerimi hayatta iken verdiğimden."

Yaşama Anlam Ve Boyut Katan iki Şeyin Önemi


iki sey "Kalitesiz insan" in özelligidir :
1-Şikayetcilik
2- Dedikodu

iki sey cözümsüz görünen problemleri bile cözer :
1- Bakiş acisini değiştirmek
2- Karşindakinin yerine kendini koyabilmek

iki şey yanlış yapmanı engeller :
1- Şahıs ve olayları akil ve kalp süzgecinden geçirmek
2- Hak yememek

iki sey kisiyi gözden düşürür :
1- Demagoji (Laf kalabaligi)
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgecilmez göstermek)

iki sey insani "Nitelikli insan" yapar :
1- iradeye Hakim Olmak
2- Uyumlu Olmak

iki sey "Ekstra Deger" katar :
1- Hitabet ve diksiyon egitimi almak
2- Anlayarak hizli okumayi ögrenmek

iki sey geri birakir :
1- Kararsizlik
2- Cesaretsizlik

iki sey kasif yapar :
1- Nitelikli cevre
2- Biraz delilik

iki sey ömür boyu bosa kürek cekmemeni saglar :
1- Baskin yetenegi bulmak
2- Sevdigin igi yapmak

iki sey basarinin sirridir :
1- Ustalardan ustaligi ögrenmek
2- Kendini güncellemek

iki sey basariyi mutlulukla beraber yakalamanin sırrıdır :
1- Niyetin saf olmasi
2- Ruhsal farkindalik

iki sey milyonlarca insandan ayırır :
1- Sorunun degil, cözümün parcasi olmak
2- Hayata ve herseye yeni (özgün, orijinal, farkli) bakis acisiyla yaklasabilmek

iki sey gelismeyi engeller :
1- A$irilik ( abarti, ifrat, tefrit)
2- Felakete odaklanmis olmak

iki sey cözüm getirir :
1- Tebessüm (gülümseme)
2- Sükut (susmak)

17 Haziran 2009 Çarşamba

Hayallerim ve Ben

Böyle değildim ben
Anılarım yoktu benim
Şarkılar bir ifade etmezdi
Alıp götürmezdi beni başka yerlere
Çocuktum,hayallerim vardı
Bulutların üzerinde uçmak gibi
Gökkuşağının üzerinden kayıp
Çiçek bahçelerine düşmek gibi
Ve büyümeyi çok isterdim
Harikaydı çocukluğum
Düşlerimle büyüdüm
Hayallerimle yoğruldum
Büyüdükçe hayallerim değişti
Bir sevgilim olsun dedim
Aşkı yaşamak istedim
Farkına bile varamadan
Hayallerimin içinde buldum kendimi
Aşık olmuşum.
Sevmişim,sevilmişim
Sevdanın en karasını yaşamışım
Acı çekmişim
Bu yoktu hayallerimde
Acı çekmek
Anladım ki,hayaller hep mutluluk üzere
Gerçekler ise hep acı
Çocukken,hayallerimi gözümde yaşatırdım
Mutluydum
Şimdi gözlerimde,anılarım yaşıyor.
Geçmişin her saniyesi
Bu günümü bana zehir ediyor
Her ne kadar zor olsa da yaşamak
Hayallerimle yaşıyorum ben
Hayallerimde çocukluğumu yaşayıp
Mutlu oluyorum….



yazar:????

Özel hayat kaç kişiliktir?

Bunu hep söylerim, anlaşılan daha çook söylemeye devam edeceğim;

"Çok mutluyuz" ilişkileri fazla sürmez.

Yani mucuk mucuk yaşayanlar...

Yani her fırsatta, hatta fırsat yokken bile, "Birbirimizi çok seviyoruz" diyenler...

Yani bakkala bile el ele gidenler...

Hani bir söz vardır ya, "it's too good to be true" diye, yani gerçek olamayacak kadar iyi görünen çiftler.

Allah mutluluklarını bozmasın diyorum. Diyorum ama her an bir ayrılık haberi de bekliyorum doğrusu.

Hiç şaşırmam.

Akbabalık da yapmam, üzülürüm ama şaşırmam.

Buna rağmen onlarınkini duyunca "Hadi ya..." kıvamında irkildim.

Sonradan da biraz daha detaylı bir dedikodu duydum.

Karı-koca sanırım arkadaşlarıyla bir aradayken şöyle bir diyalog yaşanmış:

Hanımefendi, "Hayatım, baksana senin hakkında da ne dedikodular uyduruyorlar." demiş. "Ne komik di mi?" manasında...

Beyefendinin cevabı şaşırtıcı:

"Özel hayatımdan sana ne?"

Haydiii...

Buyrun buradan yakın.

Şimdi böyle bir diyalog olmuş mu olmamış mı, bilemem.

Dedim ya, dedikodu.

Onların yeni hali de beni ilgilendirmiyor.

Ama gerçek ya da yalan, bu cevabı kim söyledi ya da kim uydurduysa tebrik ediyorum.

En azından bu aldatma veya aldatılma mefhumuna yeni bir ufuk açtığı için.

"Nasıl yani" değil mi?

"Karıcığım, özel hayatıma karışma"
İnsan karısına ya da kocasına, "Bu benim özel hayatım, karışma" diyebilir mi?

Böyle bir hakkı var mıdır?
Hadi bakalım...

Özel hayatın gizliliği esası kaç kişiyi kapsar?

Biraz daha basitleştirelim:
"Özel hayat kaç kişiliktir?"

Bir insanın eşinin dışında kalan bir özel hayatı var mıdır?

Cevap vermek kolay;

"Bence vardır."

Bundan, farklı zamanlarda, farklı zevkleri yaşamayı anlarım ben. Yani hobiler, çarşı pazarlar falan...

Çiftlerin birbirine yük olmamalarını, anlayış göstermelerini, serbest alanlarına karışmamayı, şımank kaprisler yapmamayı da...

Bu yüzden kolay cevap veririm;

"Bence vardır"

Zaten bunu yazıp duruyorum.

Ama şimdi biri çıkıp diyor ki,

"Buna bir 'öteki' de dahildir."

Gerçekten de dahil midir?

Bilmiyorum.

İçimdeki bir ses, "Dahil olmasın" diyor.

Ama şeytan da diyor ki, "Senin istediğin dahil olacak, istemediğin olmayacak, öyle mi? Yok yaa..."

Beni korkunç bir ikileme sokuyor.

Ben ne düşüneceğimi şaşırdım.

Özel hayat sınırı nerede ve kiminle başlar, nasıl, nerede ve kiminle biter?



Dilek Önder

16 Haziran 2009 Salı

Nasılsın ?? İyimisin ??

Nasılsın? İyi misin?"
diye sordu annem. "İyiyim" dedim; adettendir ya...

Kisa süren telefon konusmasinin ardindan, nereden esinlendigini bilemedigim bir düsünce huzursuzluk verici bir saplanti halinde saatlerime mal oldu.
Otuz yedi yasimdayim ve bu yasima kadar bir kez olsun "Mutlu musun?"
diye sormamisti. Ne kadar düsünsem de animsayamadim. Eminim ki sormus olsaydi hatirlardim.
"Iyi" olmakla "Mutlu" olmak arasindaki fark...
Meger ne büyükmüs.
Tut ki üç yasinda bir çocugun var. Mesai saatlerinde ona bakabilecek bir bakici ariyorsun. Iki aday buldun.
Birinci aday çok titiz. Uyku saatleri konusunda despot, yemek zamani ve dengeli beslenme konusunda ise bir uzman. Hijyen desen ondan sorulur.

Ikinci bakici ise sanirim biraz zipir. Zeki bir kiza benziyor. Bebek onu daha çok sevdi. Iyi anlastilar.
Hangisini tercih ederdin?

Ilk bakiciyi seçersen çocugun saglikli olur. Temiz bir ortamda düzenli
bir hayat sürer. Dengeli beslenir, zekâ gelisimine yarari olacak oyunlar oynar. Iyi olur yani.
Ikinci bakicida ise üsüyüp hasta olabilir. Çikolata,dondurma, cips ve
benzeri abur cuburla beslenme riski söz konusudur. Eve döndügünde çamurlara bulanmis, kum havuzunda tepinmekten giysileri kum içinde kalmis,paçalari islak bir çocukla karsilasabilirsin. Gün boyu çiglik
çigliga kahkahalar atmaktan bitkin düsmüs yavrunu, halinin üzerinde
uyumus kalmis bulabilirsin.
Geçirdigi harika günün gülümsemesi, uykuya teslim olmus yüzündedir; kim
bilir hangi burun üstü çakilmadan armagan alnindaki çizikler ve son
çikolatanin dudaginin kenarinda kalmis lekesi de...Bebek mutludur.
Bir bebek söz konusu ise eminim ki çogunluk ilk bakiciyi tercih edecektir.
Peki ya bu yaziyi okuyan sen...
Mutlu musun? Iyi misin? Ikisi birden olabilir misin? Iyi düsün ve kendine karsi dürüst ol.
Bu aralar annem, evlenmem konusunda üzerimdeki baskilarini artirdi. Bir
yigin aday bulup karsima dikiliyor. Adaylar ona göre mükemmel. Evinin
kadini olabilecek, beni derleyip toparlayacak, hayatimi düzene sokacak kizlar. Tabii ki kisilikleri de aynen öyle. Hepsi öncelikle birer anne adayi. Es degil, yoldas degil."Keske anne olacagimiza, öncelikle bir sevgili ve bir es olabilseydik" diyecekleri yaslarina henüz gelememisler. O geri dönüsü olmayan zamana...
Anneme rest çektim. Mutlulugu seçiyorum. Açliktan ölmeyecek kadar yiyecegim. Canim istediginde uyuyacagim. Ertesi gün is yerimde uykusuzluktan geberecegim. Parasiz kaldigimda raki veya bira yerine
ucuz sarap içecegim. Hayatimla ilgili hiçbir plan yapmayacagim. Hafta
sonlarimda ve tatillerimde sadece olmak istedigim yerde olacagim.
Çocugumu ikinci bakiciya verecegim ve tekil sahis kipiyle kurdugum tüm bu cümleleri çogul yapabilecek kadina elimi uzatacagim.

Iktisat teorisi: Ders 1, yas 35:
Sermaye belirsizliginde, günlük kâr esasina dayali ticari yöntemler geçerlilik kazanir.
Ömürden daha belirsiz bir sermaye var midir?

O halde: Bu gün, yarindan arttirdigimla yetinmeyecegim; yarina,
Bugünden arttirdigimi birakacagim. Sorumsuz oldugumu düsünenlerle musalla tasinda dalgami geçecegim :
"Nasilsin? Iyi misin?"
"Iyiligin ölçütü soruyu sorana göre degisir. Sana göre iyi degilim anne
ama mutluyum."

PEKİ YA SİZ?

Sen Söyle ... Ne kadar ?

Ne kadar yakınımdasın benim?
Ne kadar yakınsın bana?
Ne kadar açabilirim seni?
Ne kadar açıksın bana?

Bir el uzatacak kadar mı yakınsın?
Bir elle tutunamayacak kadar mı?
Bir anda çıkıp gidecek kadar mı buradasın?
Ansızın dönüp gelecek kadar mı?

Yakın olmak yanında olmak değil
Elini tutup saçlarını okşamak değil
Sıkıca sarılıp sarmalamak ta değil
Dudaklarında buluşmak hiç değil

Ben senin içinde olmak istiyorum
Senin içini bende bulmak istiyorum
Çözmek istiyorum içinden geçenleri
Cevaplara, sorusuz ulaşmak istiyorum

Yanımda bile o kadar uzakken
Her an yok olmak üzereyken
Ne kadar girebilirim içine?
Ne kadar katlanabilirim bu yalnızlığa?

Haddim olmayan şeyleri söylüyorum
Hakkım olmayan şeyleri istiyorum
Sınırları bilinçsizce zorluyorum
Ne kadar haksızım bari sen söyle!

Sen söyle susmam gerektiğini
Sen söyle nelere hakkım olduğunu
Sen söyle ne kadar haddim olduğunu
Tek başıma sınırlarımı çizemiyorum...

15 Haziran 2009 Pazartesi

ERDEMLER

ALÇAKGÖNÜLLÜ
Kişilere, onların ilgisini beklemeden değer veririm. Özsaygım benim içsel ışığımdır.

BAĞIMSIZ
Yapışmadan severek, ilgilenerek fakat bağımlı olmadan, herşeyi belli bir mesafede tutuyorum.

BAĞIŞLAYAN
Dürüstlük ve kararlılığa değer vererek, geçmişi yavaşça bırakır ve başkalarının değişmesine imkan veririm.

BECERIKLI
Gizli potansiyelleri ortaya çıkarma yolları bulur ve başkalarını daima çözümler bulunabileceğine dair yüreklendiririm.

BESLEYEN
Sürekli destekleyen, samimi, içten ve daima hazır olarak yeni yollar bulup açarım.

BILGE
Izleyip, dinledikten ve onayladıktan sonra harekete geçerim.

CESUR
Inandığım hakikate bir göz atar, yılmadan cesaretle gerekeni yaparım.

COŞKULU
Fikir ve düşlerin mimarı olarak, projeleri ve görevleri hayata geçiririm.

CÖMERT
Enerjiyle dolup taşıyor ve cömertçe dağıtıyorum.

DEĞIŞMEZ
Azimli, sebatkar, güvenilir, samimiyim. Geçici kazançlara kanmam.

DOĞRULUK
Hareketlerim en çok neye değer verdiğimi yansıtır. Içim dışım birdir.

DÜRÜST
Düşüncede doğru, sözde açık, eylemde güvenilirim.

ESNEK
Kaygısız fakat düşünceli; neşeli ama sakinim. Bir bambu dalı kadar yumuşak, esnek ve güçlüyüm.

ESPRILI
Şaşırtıcı olaylar ve beklenmedik sonuçlar enerji veriyor ve günü aydınlatıyor.

GERÇEKÇI
Tüm ilişkilerimde açık sözlü, nazik, gerçekçi, doğal ve tarafsızım.

GÜÇLÜ
Kendimi ve başkalarını ruhun iradesi ve kararlığıyla destekliyorum.

GÜVENEN
Hayatın iniş ve çıkışlarının iyice gizlenmiş fırsatlar olduğunu bilerek, önümdeki yolculuğu kabul ederim.

GÜZELLIK
Kendimde ve başkalarında sevilmeye değer, eşsiz ve korunmuş bir içsel güzellik bulurum.

HOŞGÖRÜLÜ
Beklentilerden vazgeçecek olgunluktayım ve sadece sevgiyle vermeyi sürdürürüm.

HOŞNUT
Yaşamın bana sunduklarının keyfini çıkarırım. Güneş her sabah nasıl doğuyorsa, ihtiyaçlarım da mutlaka karşılanacaktır.

IŞBIRLIĞI YAPABILEN
Zamanımı ve yeteneklerimi olumlu sonuçlar yaratmak için cömertçe kullanırım.

IYILEŞTIREN
Sabır ve huzur kaynağımla beslenerek yavaşça denge durumuna dönerim.

KARARLI
Kararlı ama esnek; sevgiyle ve azimle hedefime doğru gitmeyi sürdürüyorum.

MACERACI
Hayatın mucizeleri varlığımı dolduruyor, eski fikirlerle ve imgelerle azim ve istekle mücadele
ediyorum.

MERKEZDE
Gerçek olana bağlıyım, kendi içimde güvenli ve açık kalpliyim.

MUTLU
Yaşıyor olmanın sevinci ve yaşamla iyi dost olmanın coşkusu varlığımdan akıyor.

NAZIK
Havada uçar gibi yürüyor, görüyor, anlıyor ve zorla kabul ettirmeye çalışmıyorum.

NEŞELI
Yaşamın hafifliğini yakalar ve iyi bir geleceğim olduğunu hissederim.

OLUMLU
Düşüncelerimin ve hareketlerimin çekirdeği umuttur. Tüm doğaya iyi dileklerimi sunarım.

ÖZGÜR
Hiçbir zihinsel durum beni esir edemez. Içsel desteklerimle sınırları aşarım.

ÖZGÜVEN
Düşlerimle bağlantıdayım, gerçek olanla çalışmak için istekliyim.

PRATIK
Daima çözüm bulmak için araştırmaya hevesliyim.

SABIRLI
Eylemlerimin meyvelerinin olgunlaştıkları zaman toplanmasına izin veririm.

SADE
Konunun özünü görerek, gerçek olana bağlı kalır ve hayatımı basit tutarım.

SAKIN
Karmaşanın ortasında sarsılmaz ve zor zamanlarda endişeden uzak kalırım.

SAYGILI
Her bireyin eşsiz rolünü değerlendirerek, en küçük katkıları bile şükranla kabul ediyorum.

SEVECEN
Tüm varlıkların onuruna özen gösteririm, tıpkı bir annenin çocuğuna ve bir kardeşin kardeşe özen göstermesi gibi.

SEVGI DOLU
Özel koşullara ihtiyacım yok. Sevgim beklentilerden uzak bir armağandır.

SEZGISEL
Olayların iç ritmlerini algılarım ve hislerimin bana yol göstermesine izin veririm.

SIHIRLI
Olasılıklara inanarak, kayıpları kolayca kazanca, sıradanı sıradışına çeviririm.

SORUMLU
Alınacak sonuçları önemserim, işbirliği yapmayı taahhüt eder ve kendi iyiliğime özen gösteririm.

TATLI
Her şeyde iyilik olduğunu bilerek, üzüntünün gölgesinden uzak dururum.

TEMIZ KALPLI
Enerjimin bozulmamış yanı ile sever ve konuşurum, başkalarının içindeki saflıkla temas kurarım.

VAKUR
Değişimlerin ortasında sakin, cana yakınım ve insanlara güven duyarım.

YARATICI
Geçmişin üzerine yeniyi yapılandırmanın yeni yollarını hayal etmek yaşadığım anı dönüştürüyor ve geleceğime ilham veriyor.

Yorumsuz

Şu anda olduğunuz noktayı düşünün. Yaşamın içinde bulunduğunuz noktadan filan bahsetmiyorum, fiziksel olarak, hatta coğrafi olarak bulunduğunuz yeri. Büyük ihtimalle ya evde ya işyerinizde bilgisayarınızın başında oturuyorsunuz. Bulunduğunuz enlem ve boylama nasıl geldiniz? Bu sabah uyandığınızdan beri yaptığınız hangi tercihler sizi buraya getirdi?
Peki daha önce? Örneğin bundan birkaç hafta önce verdiğiniz hangi karar sizin burada olmanızı sağladı acaba? Belki de bundan üç gün önce evde oturmayıp da arkadaşınızın davetini kabul etseydiniz, gittiğiniz restoranda hemen arkanızdaki masadaki burnu kırmızı adamın hapşırması sonucu ortama saçılan grip mikropları yüzünden şimdi evde hasta yatıyor olacaktınız.
Peki ya daha önce verdiğimiz kararlar, sağa değil de sola dönmeler, şimdi değil de on dakika sonra çıkmalar, evden çıkmışken bir şey unutup geri dönmeler? Ve hatta üzerinde düşüne düşüne verdiğiniz kararlar? Bir de başınıza gelen olaylar, ve onların sonucunda verdiğiniz kararlar...
Bu noktaya gelmek için, ister coğrafi, ister psikolojik, ister yaşam durumu olarak nasıl uğraştığınızın farkında mısınız? Burada olmayı mükemmel biçimde zamanladığınızın farkında mısınız? Bu yazıyı şu anda okuyor olmak için çok uzun bir yoldan geldiniz, yorulmuş olsanız gerek.
Dönüm noktaları "Hatırla" ve "Yuvaya Dönüş" adlı mükemmel kitapların yazarı Steve Rotler, aylık bülteninin son sayısında bu konuya değinmiş. Başımıza gelen her olay, her dönüm noktası, acı ve tatlısıyla bizi bu ana getirdi. Bazı çok iyi sandığımız olaylar daha sonra hiç ummadığımız sonuçlar doğurdu, bazı felaketler ise yaşamımızda başımıza gelen en iyi şeyler oldular. Ve hepsi, kolektif bir biçimde, sizi buraya, şu ana, şimdiye, şu anda olduğunuz kişiye taşıdılar. Ve bütün bu anlar, olaylar, size çok değerli hediyeler verdiler.
Size şu anınızı verdiler.
Size benim yaptığım ve çok yararlandığım bu alıştırmayı paylaşmak istiyorum.
Bu alıştırmaya dört gününüzü ayırın. Üç gün boyunca, beş - on dakika bile olsa, oturun ve yaşamınızı değiştiren olayları, tercihleri, kararları yazın bir kağıda. Her gün kısa da olsa bir zaman ayırın. Dördüncü gün, her olayın içerdiği hediyeleri, bu olaylar olmasaydı yaşamınızda elde edemeyeceğiniz fırsatları, büyüme ve gelişme olasılıklarını başta ne kadar olumsuz gözükseler bile bu olaylar sayesinde kazandığınız değerleri yazın. Sonra bu olayların gerçekleşmesinde rol oynayan insanları yazın yanlarına. Bu insanların size verdiği hediyelerin farkında mısınız? Bu insanlar, sizin şu anda olduğunuz insan olmanızda, bulunduğunuz yere gelmenizde ne büyük rol oynamışlar, görüyor musunuz?
Eminim ki bu deneyimlerden bazılarını yaşamayı hiç istemediniz. Hatta bazıları size acı verdi. Ama fark etmeniz gereken şey, bu çok acı gibi gözüken olayların size sağladığı o kadar fırsat ve hediye var ki! Ancak bunu görebilmek için zaten gerçekleşmiş ve sizin ne yaparsanız yapın artık var olduğu gerçeğini değiştiremeyeceğiniz bu olaylara direnmeyi bırakmanız, onları kabul etmeniz, ve her ne kadar onların olmamasını tercih ettiysek de, bu olayların yarattığı iyilikleri de görmeye çalışmamız gerekiyor.
O kurtulmaya, hatta saklamaya çalıştığınız, yokmuş gibi davrandığınız acınız var ya... Onu ancak bu şekilde iyileştirebilirsiniz. Ondan saklanmaktan vazgeçin. Deneyimle kavga etmeyi bırakın. Önce acıya evet deyin, sonra onun size verdiği mesajları kabul edin. Size sağladığı fırsatları görün. Eğer bunu yapmaya direniyorsanız, kendinize şu soruyu sorun: "Neden acımdan vazgeçmek bu kadar zor benim için?"
Tabi sadece zor deneyimlerden bahsetmiyorum. Bazı deneyimler, hatta bir çoğu daha baştan keyifli olabilir. Veya en zor anınızda, hiç ummadığınız biri size yapılabilecek en büyük yardımı yapmış, en önemli desteği vermiş olabilir; belki de küçücük bir gülümseme, bir dokunuşla. Veya ne dediğinin farkına varmadan öyle bir laf etmiştir ki dünyanız değişmiştir. Bütün bu insanları listenize eklemeyi unutmayın.
Hediyeleri paketleyin...
Malum yılbaşı önümüz, kimlere, ne yılbaşı hediyesi vereyim diye düşünüyorsanız... İşte size bir liste. Verebileceğiniz tek gerçek hediye ise onların size verdiği hediyeleri geri vermek, yani onlara sevgiyle teşekkür etmek. Çünkü her hediye, aslında onu verene aittir. Ve verdiğimiz her hediye o hediyenin bulunduğu yeri bizden bir parça yapar. Yaşamınızdaki olaylardan almış olduğunuz hediyelere, vereceğiniz sevgi dolu teşekkürlerle yanıt verin bir anlamda onları geri verin, ve artık özgürleşin.
Bu teşekkürler kısa bir telefon konuşması, bir e-posta mesajı, ufak bir kart olabilir. Eğer vefat etmiş biriyse veya ulaşamayacağınız bir insansa, ona zihninizden de teşekkür etmeyi deneyebilirsiniz. Her verdiğiniz hediyede daha da özgürleşecek, daha da hafifleyecek, daha da zenginleşeceksiniz.
Çünkü verdiğiniz teşekkür ve sevgi, size fazlasıyla geri dönecek. Biliyorum, çünkü denedim!
Bu haftaki ödevimiz, yaşamımızı etkileyen insanlara şu anki bize yaptıkları katkı için teşekkür etmek.

14 Haziran 2009 Pazar

Evinizi CENNETE çevirmenin 8 yolu

Yatak odanızı sıcacık bir sığınağa çevirmekten başlayıp, ev yapımı mumun ışığında keyiflenmeye uzanan bir dizi yöntemle, bu kasvetli mevsimde etrafınızı sıcaklık ve rahatlık kuşatsın.

(1) Eviniz neşe ile dolsun
Sıcak, davetkar bir ev yaratmak söz konusu olduğunda, ayrıntılara verilen önem elinizdeki paradan ya da boş alandan daha çok önem taşır. Örneğin, son derece zarif döşenmiş bir eve adımınızı atıp da kendinizi rahat hissetmediğiniz hiç oldu mu? Peki gösterişsiz bir daireye girdikten sonra oradan hiç çıkmak istemediğiniz oldu mu? Neşenin en rahat
yankılanabileceği yer sakin bir evin duvarları arasındadır. Evinize neşeyi getirmenin yollarını
keşfedin. Örneğin aile fertlerinden birine doğum günü partisi düzenleyin ya da bir öğleden sonra CD'deki parçaya yüksek sesle eşlik edin. Evinize düzen ve sakinlik egemen oldukça bu havayı iç dünyanıza da taşıyabilirsiniz. Uzakdoğu bilgelerinin dediği gibi `içerisi nasılsa, dışarısı da öyledir.'

(2) Yatak odanızı sıcacık bir barınağa dönüştürün Yatak odanızı her şeyden uzaklaştığınız bir kaçış mekanına dönüştürün. Çok fazla çaba ya da para harcamanıza gerek yok ama buna değdiğini göreceksiniz. Sonuçta, sıcacık bir yatakta arkanıza yaslanmaktan daha iyi ne olabilir? Kış için sıcacık, tüylü bir battaniyeniz yoksa hemen bir tane edinin. Yatak
odanıza sıcak bir hava estirmenin en iyi yolu budur.

(3) Çin öğretisinden yararlanın Mekanın düzenlenişine göre yaşam enerjisini (chi) çekmenin ve artırmanın yollarını öğreten eski kadim çin öğretisi Feng Shui'den yardım alarak evinizi
davetkar bir dinlenme köşesine döndürün. Feng Shui eviniz de dahil olmak üzere hayatınızın bir çok yönünde olumlu sonuçlar doğurabilir. Evinize çiçek, mum, rüzgar çanı ve yatıştırıcı renkler gibi pozitif ayrıntıları serpiştirmekle işe başlayın.

(4) Ayrıntılar büyük fark yaratır Evinize bir parça ışık ve gülücük katmak için duvarlarını boyamanız ya da mobilyaları değiştirmeniz gerekmez. Küçük, hesaplı rötuşlarla büyük farklar
yaratın! Çiçek saksılığına mumlar dizerek ya da kanepe ve sandalyelerin üzerine büyük örtüler sererek evinize yeni bir soluk getirebilirsiniz. Doğadan ödünç aldığınız sonbahar yapraklarıyla buketler yapın, ahşap kaplara çam kozalakları doldurun.

(5) Içeride tomurcuklar açsın Çiçekli bitkiler dışarının güzelliğini ve canlılığını evinizin içine taşır. Yasemin, begonya, hatta akçaağaç bile odanızın havasına aydınlık katabilir.

(6) Evinizde küçük bir fıskiye Su sesi, damlaların şırıltısı, sürekli ama sessiz hareket insanın ruhunu okşar. Neden kendinizi ve sevdiklerinizi ev içinde küçük bir fıskiyeyle şımartmayasınız? Yuvarlak masa, yatağın yanı, hatta kapıdan girişte bile muhteşem bir görüntü! Misafirliğe gelenleri ağırlamak için birebir.

(7) Renklerle mutluluk saçın Bir odayı baştan başa değiştirmenin en kolay yollarından biri duvarları yeni bir renge boyamaktır. Peki sizin ruh halinize uyan renk hangisi? Mutfağınızda sarı, misafirlerinizin gözünü okşarken aile fertlerini mutlu eder mi? Mor, mavi ya da yeşil
küçük bir odayı daha büyük gösterir mi? Ne dersiniz?

(8) Mum ışığından keyif alın Mum evinizde sıcak bir hava estirmek için mükemmel bir
seçimdir. Daha loş bir ışık kullanarak da bu ortamı sağlayabilirsiniz. Mumlar oturma odasında dostane bir ortam yaratır, akşam yemeği masasına ışıltı getirir, yatak odasını daha romantik bir hale sokar (ayrıca, mum ışığında herkes daha güzel görünür!). Ister öbek halinde minik mumlar, ister bir deste uzun mum, isterse üç fitilli yekpare bir dev olsun, mumların ışıltısı odanızı ve kalbinizi sıcaklık ve ışıkla doldursun.

Çocuk sana değil kızgınlığım ... başaramamışım ... anlatamamışım

Beni anlatan bir film yapmışsın çocuk. Kızgınım, utanç içindeyim. Sana
değildir kızgınlığım. Filmdeki Mustafa?dan da utanmış değilim.
Başaramamışım. Bundandır utancım. Komutam altında bu vatan için
kanını akıtan mehmetlerden utandım. Özgürlük demiştim çocuk, benim karakterimdir.
İlim demiştim çocuk, tek yol göstericidir. Karanlıktan korkardı
demişsin benim için. Korkardım evet. Bu ulusu boğmak üzere olan
karanlıktan korktum. Ama insaf be çocuk, korkup da kaçmadım ya. Söküp
atmadım mı o karanlığı bu ülkenin üzerinden?
Diktatör demişsin bir de. Hiç okumadın mı çocuk? Nerede benim nesilleri
emanet ettiğim öğretmenler? Anlatmadılar mı sana? Başkomutan olarak
cepheden cepheye koşarken, ülkede hala padişahlık rejimi varken ve bütün kararları tek başıma verebilecekken neden bir meclis kurdum ben çocuk?
Böyle diktatör olur mu?
Ah be çocuğum. Neden ve nasıl düşman ettiler seni bana? Baktım aşktan, sevgiden, aileden bahseden güzel şeyler yazmışsın bugüne kadar. Belli
iyi bir insansın. Çalışkansın, zekisin. Hacıları, hocaları anlarım da
çocuk, seni anlayamıyorum.
Onlar hiç sevmedi beni.
Yüzyıllardır süren iktidarlarını aldım ellerinden. Kara cüppeleri ile
çöktükleri milletin ümüğünden çekip aldım hepsini. Sevmeyecekler beni
elbette çocuk. Peki sen çocuk, sen neden kol kola girdin bu kara
kalplilerle?
Dedim ya çocuk sana değil kızgınlığım. Başaramamışım. Anlatamamışım
demek ki özgürlüğün kıymetini, bağımsız bir ulusun onurlu bir bireyi
olmanın ne büyük bir nimet olduğunu bunca konuşmamda. Yazık olmuş be çocuk.
Onca vatan evladının kanına, onca ananın göz yaşına.Veremem ki şimdi hesabı çocuk, ne o gencecik bedenlere, ne gözü yaşlı annelere. Bu muydu uğruna bizi ölüme gönderdiğin vatan derlerse, bu nesiller miydi ölü evlatlarımızın kanıyla kurduğun ülkeyi emanet ettiğin diye sorarlarsa ne derim ben onlara be çocuk?
Olmadı be çocuk olmadı!
Taner Yenidoğan

TOLSTOY (İnsan Ne İle Yaşar? )

Hepimizin kendine göre çıkartabileceği bir ders var bu hikayede. Umarım sıkılmadan okuyabilirsiniz. Pişman olmayacaksınız. Keşke bu dersleri yazılardan okuyarak değilde yaşamın içinde olağan zamanlarda da alabilsek...


ÜÇ SORU

Bir zamanlar bir kralın aklına söyle bir düşünce geldi: "Eğer bir ise ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, girdiğim her isi başarırdım."

Aklına böyle bir fikir düşünce, krallığın dört bir yanına, kim kendisine her is için en uygun vakti, bu is için en gerekli kişinin kim olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse ona büyük bir mükafat vereceğini ilan etti.

Bilgeler kralın huzurunda toplandı, fakat sorulara verdikleri cevaplar birbirinden tamamen farklı çıktı. İlk soruya cevap olarak; kimileri her hareketin doğru vaktini bilmek için önceden günlerin, ayların, yılların yer aldığı bir takvim hazırlamak ve sıkı sıkıya buna
uyarak yasamak gerektiğini söylediler. "ancak böylece" dediler "her şey tam zamanında
yapılabilir". Diğerleri ise her hareketin doğru vaktine önceden karar verilemeyeceğini, kişinin kendisini boş eğlencelere kaptırmayıp, hep daha önce olmuş olayları izleyerek en lüzumlusunu yapabileceğini iddia ettiler.


Bu defa başka bilginler de kral neler olup bittiğine ne kadar ederse etsin, tek bir kişinin her hareket için en uygun vakte karar vermesinin imkansız olduğunu; kralın, her şeyin en uygun vaktini tespitte ona yardim edecek bir bilge kişiler konseyi kurması gerektiğini
söylediler.

Fakat bu defa da batka bilginler; "Bir konseyin önünde beklemesi imkansız bazı şeyler vardır, bu islerin yapılıp yapılmayacağına ancak tek bir kişi anında karar verebilir" dediler.

"Buna karar vermek içinse neler olacağını önceden bilmek gerekir. Neler olacağını önceden bilenler de yalnızca sihirbazlardır. Dolayısıyla her hareketin doğru vaktini bilmek
isteyen, sihirbazlara danışmalıdır.

İkinci soruya da ayni şekilde türlü türlü cevaplar geldi. Kralın en fazla ihtiyaç duyduğu, en gerekli kişiler bazılarına göre danışmanlar; bazılarına göre papazlar; bir kısmına göre hekimler; daha baŞka bir kısmına göre ise savaşçılardı.

Üçüncü soruya, yani en önemli işin ne olduğu konusuna gelince; Bazıları dünyadaki en önemli şeyin bilim olduğunu söyledi. Bir kısmı savaşta ustalaşmak; Daha başkaları da dinî ibadet dediler.

Bütün cevaplar birbirinden farklı çıkınca, kral bunların hiçbirisini kabul etmeyip hiç kimseye de ödül vermedi. Ama halâ doğru cevapları aradığı için, bilgeliğiyle ünlü bir münzeviye danışmaya karar verdi. Münzevi, hiç ayrılmadığı bir ağaç kovuğunda yasar, yanına sade halktan başkasını kabul etmezdi. Bu yüzden kral üstüne sade elbiseler giyerek kendisini halktan biri gibi göstermeye çalıştı ve yola düştü.
Münzevinin kovuğuna yaklaştıklarında atından indi ve muhafızını da geride bırakıp yola
devam etti. Kral yaklaşırken münzevi kovuğunun önüne çiçek tarhları kazıyordu.
Kralı gördü, selamlayıp kazmaya devam etti. Münzevi mecalsiz ve zayıf birisiydi; küreğini toprağa her sokuşunda bir parçacık toprak çıkarıyor, soluk soluğa kalıyordu.
Kral yanına gelip şöyle dedi. "Ey bilge münzevi, size üç sorunun cevabını sormak için geldim. Doğru şeyi doğru zamanda yapmayı nasıl öğrenebilirim? En fazla muhtaç olduğum, dolayısıyla diğerlerinden fazla ilgi göstermem gereken insanlar kimdir?
En önemli ve her şeyden önce kendimi vereceğim işler nelerdir?"
Münzevi kralı dinledi, ama cevap vermedi. Avuçlarına tükürüp kazmaya devam etti. "Yoruldunuz" dedi kral, " Küreği bana verin de biraz dinlenin."
Münzevi, "Sağolun" diyerek küreği krala verip yere oturdu.
Kral iki tarh kazdıktan sonra durup sorularını tekrarladı. Münzevi yine cevap vermedi; bu defa ayağa kalktı, elini küreğe uzattı ve şöyle dedi: "Biraz dinlenin; bir parça da ben çalışayım." Fakat kral küreği ona vermeyip kazmaya devam etti.
Bir saat geçti, bir saat daha. Güneş, ağaçların ardından batmaya başladı; sonunda kral
küreği toprağa saplayıp söyle dedi: "Ey bilge kişi, senin yanına sorularıma bir cevap bulmak için geldim. Eğer cevap vermeyeceksen, söyle de evime gideyim". Münzevi, "Buraya koşarak birisi geliyor" dedi, "bakalım kim?"

Kral arkasına döndüğünde bir adamın koşarak kendilerine doğru geldiğini gördü. Adamın karnına bastırdığı ellerinin altından kan sızıyordu. Kralın yanına ulaşınca, kendinden geçercesine inledi, sonra da bayılıp yere düştü. Kral ve münzevi, hemen adamın üstündeki elbiseleri çıkardılar.
Karnında büyük bir yara vardı. Kral yarayı elinden geldiğince yıkadı,mendiliyle ve münzevinin havlusuyla sardı. En sonunda kan durdu, adam kendisine gelince içecek bir şey istedi. Kral dereden taze su getirip ona verdi. Bu arada akşam olmuş hava soğumuştu. Kral, münzevinin de yardımıyla yaralı adamı kovuğa taşıyarak yatağa yatırdı. Yatağa uzanan adam gözlerini kapatıp derin bir uykuya daldı. Kral, koşuşturmadan ve yapmış olduğu işlerden öylesine yorulmuştu ki eşiğe çöktü ve uyuyakaldı; kısa yaz
gecesi boyunca deliksiz bir uyku çekti. Sabah uyanınca nerede olduğunu, yatakta uzanmış ve canlı gözlerle dikkatle kendisine bakan yabancının kim olduğunu uzun süre hatırlayamadı. Kralın uyandığını ve kendisine baktığını gören adam; "Beni affedin" dedi, zayıf bir sesle. Kral, "Sizi tanımıyorum, üstelik affedilecek bir şey yapmadınız ki" dedi.

"Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi tanıyorum" dedi adam. "Ben,kardeşimi astırdığınız ve mallarını elinden aldığınız için sizden öç almaya yemin etmiş bir düşmanınızım. Tek başınıza münzeviyi görmeye gittiğinizi öğrendim ve dönerken yolda sizi öldürmeye karar verdim. Ama akşam olduğu halde dönmediniz. Ben de sizi arayıp bulmak için pusuya
yattığım yerden çıkınca muhafızlarınıza rastladım, beni tanıyıp yaraladılar. Onlardan kaçtım, fakat yaramdan çok kan akıyordu. Yaramı sarmasaydınız kan kaybından ölürdüm. Ben sizi öldürmek istedim, siz ise hayatımı kurtardınız. Eğer yaşarsam Şimdiden sonra en sadık köleniz olup size hizmet edeceğim ve oğullarıma da aynı şeyi emredeceğim. Affedin
beni."

Kral, düşmanıyla bu denli kolay barıştığı ve onun dostluğunu kazandığı için çok mutlu oldu; onu affetmekle kalmayıp uşaklarını ve kendi doktorunu gönderip onun tedavisini yaptıracağını söyledi, ayrıca mallarını iade edeceğine de söz verdi.

Yaralı adamla vedalaşan kral, kapının önüne çıkıp münzeviyi aradı. Gitmeden önce, sormuş olduğu sorulara cevap vermesini bir kez daha rica etmek istiyordu. Münzevi dışarda, bir gün önce kazmış oldukları tarhlara çiçek tohumlarını ekiyordu.
Kral ona yaklaştı ve şöyle dedi: "Sorularıma cevap vermeniz için size son defa yalvarıyorum!" yorgun dizlerinin üstünde çömelmeye devam eden münzevi, gözlerini kaldırıp krala baktı ve, "Cevabınızı aldınız" dedi.

"Nasıl aldım? Ne demek istiyorsunuz?" diye sordu kral. "Anlayamıyorsunuz" diye cevapladı münzevi. "Dün eğer benim dermansızlığıma acımayıp su tarhları kazmasaydınız, gidecek ve şu adamın saldırısına uğrayacaktınız ve yanımda kalmadığınıza pişman olacaktınız. Yani en önemli vakit, tarhları kazdığınız vakitti; En önemli kişi bendim ve En önemli işiniz bana iyilik yapmaktı.Daha sonra bu adam yanımıza koşarak geldiğinde, en önemli vakit onunla ilgilendiğiniz vakitti, çünkü eğer onun yaralarını sarmasaydınız, sizinle barışmadan ölecekti. Dolayısıyla en önemli kişi oydu, en önemli iş de onun için yaptıklarınızdı."
"Bundan sonra şu gerçeği unutmayın: Tek önemli vakit vardır, içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir.En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez; ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanin bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur."