28 Ocak 2010 Perşembe

Kadınları türban değil, gözündeki ifade korur

Son zamanlarda duyduğum en doğru söz bu...
"Kadınları türban değil, gözündeki ifade korur. "
Alt tarafı bir çift organla bu kadar çok iş başarıldığı görülmemiştir.
Yeryüzündeki bütün canlıların gözleri sadece, bakıp görmeye yaradığı halde kadın kısmı, neredeyse bir tek ortalığı süpüremez gözleriyle...
Sever, sevişir, beğenir...
Döver, küser, barışır...
Nefret eder, hesap sorar, azarlar...
Kovar, bağırır, çağırır, alay eder...
Erkek de bir insanoğlu, o da yapar demeyin!
Erkekler her durumda öyle bön bön bakarlar.
Asla, ne demek istediklerini anlamazsınız.
Gözlerini konuşturan sadece kadınlardır.
Çocukluğunuzu düşünün...
Annenizin bin türlü bakışı gelecektir aklınıza.
Misafirler gitsin, ben sana gösteririm bakışı...
Hadi artık odana git, yat bakışı...
Ağzını şapırdatma! bakışı...
Kıçım tutulsaydı da seni doğurmasaydım bakışı...
Aynı babası bakışı...
Babanızdan bir bakış var mı, aklınızda?
Hiç zannetmiyorum olduğunu.
Babayla göz göze bile gelinmez öyle zırt pırt.
Şimdi de
büyüklüğünüzü düşünün...
Kaç kadın bir bakışın peşinden gitmiştir?
Hiç..
Peki kaç erkek bir bakış uğruna odu ocağı terk etmiştir?
Çookk..

Kuma

Kuma!
Mahmûre Hanım kapıdan çıkarken yeniden pimpiriklendi. Ayakkabılarını bile giymişken kapıdan döndü, tekrar Içeri girdi; Pencereleri iyi kapatıp kapatmadığını
Gözden geçirdi, sonra ütünün prizine baktı.
Havagazı vanasını kontrol etti, banyo musluklarına Baktı. En son olarak da mücevherlerini sakladığı yere Doğru kaçamak bir bakış attı.
Herşey yerli yerinde ve normal görünüyordu. Kapıyı çekti, aşağıdan yukarıya doğru üç sıralanmış Yale kilidi ayrı teker teker sonuna kadar kilitledi.
Annesinin öğrettiği duayı okudu, sağına soluna üfledi.

Manavın önünden geçerken dikkatini tezgâhtaki incir çekti.. Gün misafirliğine giderken incir götürmesi Doğru olmazdı ama bu incir kaçırılacak gibi görünmüyordu. Bir buçuk kilo kadar elleriyle seçip Kesekağıdına itina ile yerleştirdi ve Manav Muzaffer'in buzdolabına koydurdu. Parasını peşin verdi. Dönüşte alacaktı.


Dolmuş durağında sıra vardı fakat fazla beklemedi. 20 Dakika sonra gün oturması yapılan eve ulaşmıştı bile. Her zamanki gibi Alman usûlüyle civardaki dönerciden adam Başına bir porsiyon döner, salata ve ayran Ismarladılar; ev sahibi Cavidan hanım kakaolu kek Yapmıştı. Yediler, içtiler, konken oynadılar, biraz da
-Allah affetsin! - Dedikodu yaptılar. Yapmasalar olmazdı; dayanılır gibi değildi. Falan Mütayitlik yapan hanımın beyi, üzerine ikinci hanım almış, bu kadınla aynı evde oturmam; defolsun gitsin Evimden "diye kocasıyla kavga etmişti; bütün
Mahalle şahitti. Rezalet olmuştu. Bu erkeklere güven olmuyordu; biraz eli para tutan hemen Evini, Arabasını, hanımını yedeklemeye bakıyordu. Dikkatli olmak lazımdı ...


-Bir imam nikahı kıyınca hemen ikinciyi alabilirim Sanıyorlar, diye öfkeyle homurdandılar, sonra-her biri Teker teker-kendi eşlerinin ne kadar halim-selim, ne kadar Uyumlu, ne kadar sevecan ve Şefkat dolu, ne kadar Kendilerine bağlı ve itaatkâr olduğunu hatırlayıp Rahatladılar; bu hususta konuşmak arzularını, "Ayol
Nazar değer! "Endişesiyle bastırıp filancaların Sünnet düğününde takılan takılar, felan dizide Falanca karakterin aslında nasıl bir insan olduğu gibi Konulardan bahsederkeen....


Derken Muhmûre'nin içine kor gibi bir şey düştü; Bir fikir, bir endişe, bir şey ...
Balkon kapısını kapattığından emindi; peki balkona Açılan pencereyi de kapatmış mıydı? O pencere açık Kalmışsa, kapıyı kapatmanın bir anlamı kalmayacaktı
Çünkü. Ev dördüncü kattaydı ama olsun; şimdiki Hırsızlar "çıta maymunu" gibi evlerin yüzünü Tırmanabiliyormuştular ..


Saatine baktı, henüz erkendi fakat bir Mazeret uydurup Çantasını kavradı. Herkesle alelacele Teker teker Öpüşüp gün parasını da teslim ettikten sonra sokağa Çıktı. Geçen ilk taksiyi çevirdi, o Telas ile Manavın önünden geçerken tarttırdığı incirleri Almayı bile unuttu; halbuki incirler dolapta buz gibi,
Kütür kütür olmuşlardı. Eve yaklaşırken Apartmanı Dışardan gözüyle kontrolden geçirdi. Sıradışı bir Şey görünmüyordu.


Kapıyı açarken "Bizim Bey erkenden mi geldi Acaba? "Diye bir hisse kapıldı; çünkü giderken Üç defa çevirdiği Kilitler, şimdi bir çevirmede Açılıvermişti, "Hayırdır inşallah" dedi içinden. içeri girdi, ayakkabısını çıkarırken Salonda namaza duran karaltıyı farketti birden ... Korkmak aklına bile gelmedi, sadece merak, dehşetli bir
Merak ..


Daha önce görmüşlüğü yok; esmerce, başı namaz Örtüsüyle örtülü orta yaşlı bir hanım, herhalde Seccadelerin yerini bilmediği için halının üstüne Duruvermiş.
Kıbleyi de tam tutturamamış. Kimdir bu yahu, kocasının Köydeki akrabalarından biri mi, kızının Tanıdıklarından mı, eski temizlikçilerden biri Olmasın?


Evde başka kimse var mı diye öteki odaları hızla Dolanıyor; kimse yok. Yüreği kalkıyor; yumruk gibi bir Şey mide boşluğundan göğsüne doğru yükselip tıkıyor sanki orayı. Namaz kılan kadın ise neredeyse tadil-i erkânın bütün hususlarına riayet ederek ağır ağır namazını kılmakta.


Acaba bir çay mı koysam diye geçiyor içinden; biraz sonra selam verecek nasıl olsa ...
Selam veriyor; önce sağa sonra sola. Sonra iki elini Açıp kısa bir dua ediyor, elini yüzüne sürüyor Gözgöze geliyorlar.
-Allah kabul etsin; hoşgeldiniz, kusura bakmayın Tanıyamadım sizi?
Namaz kılan kadın mahçup bir tavır takınıyor, "Bilmem ki nasıl Söylesem" dolaylarında bir ifade ile konuşuyor,
-Ben sizin bilginiz var zannediyordum; bana öyle söylemişti çünkü. Haberiniz olmadıgını bilsem önceden telefon ederdim. Hani yarın gelir yerleşirsin deyince, ben de sizin bilginiz vardır diye ...
-Kimsiniz ayol, neden bahsediyorsunuz siz, içeriye nasıl girdiniz sahi?
-Anahtarı o verdi, sizin Haberiniz olduğunu söyledi; ben kendisiyle konuştum, durumu izah ettim, rızasını aldım diye anlattı bana. Yoksa gelir miydim böyle. Çok özür dilerim, ben ..
-Kim verdi anahtarı, Kimden bahsediyorsunuz?
-Necmettin, yani Necmettin Bey ...
-Necmettin mi; anahtar mı verdi? Bana bir şey
Söylemedi ama; ne demek istiyorsun sen kadın?
-Necmettin Bey, bana üç ay evvel nikah kıydı ; beraber yaşıyoruz, bildiğinizi sanıyordum; düğün de eve taşınabileceğimi söylemişti. Birkaç parça eşyamı
alıp geldim ben de, işte görüyorsunuz ...


Kadın artık dinleyemedi, kalbi de ritmini şaşırmıştı zaten. Sakince koltuğa oturdu, elini başına dayadı, adeta fısıldar gibi bir sesle,


-Şimdi pılınızı pırtınızı toplayıp buradan gidin, Diye konuştu, "Gözümün önünden kaybolun; benim birşeyden haberim yok. Necmettin denilecek adam bana bundan
bahsetmedi. Şimdi buradan gidin ve bilin ki, benim cenazem çıkmadan siz bu evden bir daha içeriye adım atamazsınız. Necmettin olacak alçağa gelince, ona da bir çift lâfım var ama şimdi siz bir an evvel çıkın evimden lütfen, hatta hemen, hemen ... "

Ev sahibesinin sinir Krizin e girdiğini gören Kadıncağız, hemen kapı dibindeki irice bohçasını sağlamca bağladı; vestiyerin önündeki ayakkabısını giyip usulca kapıyı çekti. Yarım dakika sonra apartman kapısından çıkıp köşeyi dönerek gözden kaybo lup gitti.


Kadıncağız öylece kalakaldı Koltukta oturduğu güzel zaman. Daha sonra cep telefonundan Kocası Necmettin'i aramayı akıl etti.




...






Akşam üzeri karakolda, hırsızlık için girdigi evlerde yakalanacağını anlayınca namaza durup daha sonra "Kuma" rolü oynayan kadın hırsıza dair Öteki
Hikâyeleri de dinlediler.

ADAM GİBİ ADAM OLMAK, YANİ KISACASI ÖNCE İNSAN OLMAK ÜZERİNE

ADAM ve KADIN = İNSAN
ADAM GİBİ ADAM = İNSAN GİBİ İNSAN

Adam gibi adam olmak
Adam gibi adam yüreğini ortaya koyandır. Sözünde, özünde bir olandır. Adamlık, dünyalıklara karşı dik durmaktır.Etrafı nızda adam dediğiniz insanlara şöyle bir bakın. Oturdukları koltuklar sayesinde mi, arka ceplerindeki kalın cüzdanları sayesinde mi adam yerine konuluyorlar değerlendirin. Bana göre bu iki halde de beş para etmezler.

Adam gibi adam gücünü makamından almayıp bulunduğu yere gücünü katmaktır. İktidarın yalakası değil, ülkesinin hizmetkârı olmaktır. Dünyada tek başına kalsa bile bütün yatayları dikey hale getirme azmini taşıyandır adam gibi adam.

Yine, yüzlerce binlerce kişi karşısında olsa bile doğru bildiğini sağına soluna bakmadan benim inandığım budur diyerek savunma kararlığını ve cesaretini gösterendir. Rabbinden başkasına boyun eğmeyendir.

Rotasını devrin düzenbazlarına, hokkabazlarına, dalkavuklarına göre ayarlayan değil, inancından aldığı ilhamla rotasını kendi çizendir.

Önce havlayıp sonra sinen bir köpek, önce dil gösterip sonra sürünerek giden bir yılan değil, duruşu her daim aynı olandır adam gibi adam.

Günün adamı olup mazeret üreten değil, gönül adamı olup iş üretendir adam gibi adam.

Deniz feneri gibi yanıp sönen, güneş gibi gündüz çıkıp akşam kaybolan, ay gibi ışığı başka yerden emanet alan değil, her daim ışık saçandır adam gibi adam.
Adam gibi adam olmak çile çekmek ister, çileye sabretmek ister, boyun eğmek değil dik durmak ister. Ömür törpüsünde törpülenmek, can acısına katlanıp çapaklardan kurtulmak, pürüzsüzleşmek ister. Velhasıl adam gibi adam olmak nefes denen sermayeyi bu yolda tüketmek ister

Adam gibi adam olmak; kula kul olanlardan, yağcılardan, yardakçılardan, ciğeri beş para etmezlerden, saygısızlardan, sevgisizlerden, terbiyesizlerden, ikiyüzlülerden uzak durmak ister.

Adam gibi adamlar ne alkışlarla gururlanıp kibirlenirler ne de yuhalamalardan etkilenirler. Onların doğruları vardır ve bu doğrularla yaşarlar.

Adam gibi adam olanlar hep Hak ve hakikatin yanında olduklarından düşmanları onları yok edemez. Ama dost bildikleri düşmanlar onların en büyük tehlikesidir. İyi niyetlerinden istifade ederek namertçe kalleşçe arkadan vururlar onlar…

Rahmetli Bülent Ecevit’ in Rudyad Kipling’ den çevirdiği şiire bir bakalım bakalım. Adam gibi adam olmak neymiş.

“çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse
sen aklı başında kalabilirsen eğer
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır
hem kendine güvenebilirsen eğer
bekleyebilirsen usanmadan
yalanla karşılık vermezsen yalana
kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana
düşlere kapılmadan düş kurabilir
yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer
ne kazandım diye sevinir
ne yıkıldım diye yerinir
ikisini de önem vermeyebilirsen eğer
söylediğin doğruyu ve gerçeği büken düzenbaz
kandırabilir diye safları dert edinmezsen

ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz ve
yeniden koyulabilirsen işe
döküp ortaya varını yoğunu
bir yazı turada yitirsen bile
yitirdiklerini dolamaksızın diline
baştan tutabilirsen yolunu
yüreğine, sinirine “dayan” diyecek
direncinden başka şeyin kalmasa da
herkesin bırakıp gittiği noktaya
sen dayanabilirsen tek başına
herkesle düşüp kalkıp yine de erdemli kalabilirsen
unutmayabilirsen halkı krallarla gezsen de
dost da düşmanda incitemezse seni
ne küçümser nede büyültürsen çevreni
her saatin her dakikasına
emeğini katarsan alın terine
hakçasına bölüşürsen vicdanındaki adaleti
her şeyiyle dünya önüne serilir
korktuğun yerde el öpmez
hükümran olduğun yerde ezmezsen
oğlum adam oldun demektir
üstelik adam gibi bir adam. “

Adam gibi adam kalın...

ahhh bu çocuklar :))

Küçük çocukların çıldırtan soruları;


- anne bu ne ?
- buzdolabı yavrum .
- neden ?

------------

- anne balıklar su içer mi ?

------------

- enişte bu ne?
- çakmak

(1 dakka sonra)

- enişte bu ne?
- çakmak

...

- enişte bu ne?
- çakmak bahadır

...

- enişte bu ne?
- gazoz kapağı

- olur mu o çakmak!

------------

balıklar terler mi ?

-------------

anne ben kurt olsam ablam da ormanda kuzu olsa o zaman benden korkar mı?

--------------

- oğlum çık yukarı babaannenden biraz yeni bahar iste..
(kardeş küçüktür daha 4 yaş civarı, merdivenlerin yarısında döner ve..)

- anne yeni bahar yoksa eski bahar istiyim mi?

- (anne gülümser) oğlum eski bahar diye birşey yok sadece yeni bahar vardır

- niye ama anne, yeni bahar varsa eski bahar da vardır hem olmasaydı niye yeni bahar desinler ki?

- öyle demişler işte olum, o bir baharat

- nasıl yani? şimdi gerçekten eski bahar yok mu? niye yok? bidibidi

- (anne delirme noktasına varmak üzereyken) muglakkkk çık yukarı babaannenden yeni bahar al da gel hemen! ciyakkkk

-------------

- pirincin üzerinde neden çizgi var?

-------------

- kedi maması yesem kedi olur muyum anne?
- olmazsın kızım

- peki kedi benim yemeğimi yerse insan olur mu anne?

--------------

- anne, devlet ne zaman bana da imza vericek? ne zaman benim de imzam olucak?

--------------

- baba, yeni aldığın ayakkabılarım ne renk?
- kahverengi yavrum.
- peki baba, kahve ne renk?

- ....?!


---------------


- bunu kırıyım mı?
- hayır.
- bunu kırıyım mı?
- hayır.
- bunu kırıyım mı?
- hayır.

.......

- bunu kırıyım mı?
- kır allahın cezası kır.
- neden?

------------

- teyze bu ne?
- uçak
- o uçak değil bi kere, helikopter!
- ...............

---------------

- hamile bi kadına: sen çocuğunu niye yedin?

-----------------

- anne ben babamı mı daha çok seviyorum seni mi ?

----------------

- ablaa.. insanlar niye evleniyo da, hayvanlar çiftleşiyo?

----------------

- anneee, bu kedinin kuyruğu niye uzamıyo?
- ne?!
- çekiyorum ama niye uzamıyo?

-----------------

- baba
- efendim kızım (geliyor dur bakalım)
- akşam olunca biz uyuyoruz ya
- eee?
- sabah kalkacağımızı nerden biliyouz?
- !!?

----------------

- anne ne zaman olacak bu yemek
- ha deyince olmuyo
- o zaman ne deyince oluyosa onude ki olsun

----------------

- bizim kaşımızı gözümüzü kim yaptı?
- Allah yaptı
- neden?

-------------

- topekli tacımı gördün mü?
- cık. kayıp mi ettin?
- yook topekli, gördün mü?
- ha evet güzelmiş.
- gördün mü?

--------------

- anne ben nerden çıttıııım?
- eeö... karnımdan çıktın sayılır yavrum... sezeryan ile doğurmuştum ben seni...
- petiiiii oraya nasıl dirdiiiiim?

---------------

- anneeeee
- efendim yavrum?
- allah baba yemeğini yedikten sonra bulaşıkları napıyor anne??

19 Ocak 2010 Salı

Bill Gates ve Volkswagen

Bill Gates Microsoftun bir seminerinde bilgisayar
sektöründeki gelişmenin hızını anlatmak için şöyle bir benzetme yapmış,

"Eğer Volkswagen firması son 25 yıl içinde bilgisayar
sektörü kadar hızlı gelişmiş olsaydı bugün 500 dolara
alacağımız arabalara 25 dolarlık benzin koyup dünya
turu atmamız mümkün olacaktı"

Birkaç gün sonra VW firmasının bir basın açıklaması
yayınlanmış.

"Eğer otomotiv sektörü Bill Gates in işletim sistemi
gibi gelişmiş olsaydı, her alacağımız arabada tek koltuk
olacak, diğer koltuklar için ekstra lisans parası ödemek
zorunda kalacaktık; arabamız sadece bizim ürettiğimiz benzinleçalışacak; gösterge tablosundaki tüm ikaz ve uyarı
ışıkları yerine üzerinde
ARABANIZ GEÇERSİZ BİR İŞLEM YÜRÜTTÜ VE KAPATILACAKTIR
yazan tek bir lamba olacaktı. Ayrıca her kazadan sonra

arabanın hava yastıkları açılmadan önce bir düğmenin
üzerinde HAVA YASTIKLARI AÇILACAK EMİN MİSİNİZ
diyen bir ışık yanacaktı"

Şems Tebrizi / KIRK KURAL

Birinci kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Allah dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içerisindesin çoğunlukla. Yok, eğer, Allah dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat geliyorsa aklına, sen de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

İkinci kural: Hak yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil!

Üçüncü kural: Kur´an dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonraki batini manadır. Üçüncü batınının batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

Dördüncü kural: Kâinattaki her zerrede Allah´ın sıfatlarını bulabilirsin. Çünkü o camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah´ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O´nu görüp ölen de yoktur. Kim O´nu bulursa sonsuza dek O´nda kalır.

Beşinci kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. "Aman sakın kendini" diye tembihler. Hâlbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği :"Bırak kendini ko gitsin!" Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Hâlbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

Altıncı kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşk dilsiz olur.

Yedinci kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat´i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

Sekizinci kural: Başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

Dokuzuncu kural: Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer,hazmeder. Ve bilirler ki; gökteki ayın hilâlden dolunaya varması için zaman gerekir.

Onuncu kural: Ne yöne gidersen git, -Doğu, Batı, Kuzey, Güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün. Kendi içine yolculuk eden kişi sonunda arzı dolaşır.

On birinci kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz; ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

On ikinci kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

On üçüncü kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı, hoca, şeyh, şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya, nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

On dördüncü kural: Hakk´ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. "Düzenim bozulur, hayatım alt üst olur" diye endişelenme. Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını?

On beşinci kural: Allah içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.

On altıncı kural: Kusursuzdur ya Allah, O´nu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.

On yedinci kural: Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

On sekizinci kural: Tüm kâinat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahlûk değil, bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında, başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla değil sadece kendisiyle uğraşan insan sonunda mükâfat olarak Yaradan´ı tanır.

On dokuzuncu kural: Başkalarından ilgi, saygı ve sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin başkasını sevmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

Yirminci kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

Yirmi birinci kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk´ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

Yirmi ikinci kural: Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgâh olur. Ama bekri aynı namazgâha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.
Yirmi üçüncü kural: Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengârenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde...

Yirmi dördüncü kural: Mademki insan eşref-i mahlûkattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah´ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

Yirmi beşinci kural: Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an da burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

Yirmi altıncı kural: Kâinat yekvücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti herkesin yüzünü güldürebilir.

Yirmi yedinci kural: Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır, Şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.

Yirmi sekizinci kural: Geçmiş zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu anın hakikatini yaşar.

Yirmi dokuzuncu kural: Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, "ne yapalım, kaderimiz böyle" deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hâkimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.

Otuzuncu kural: Hakiki sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. Sufi kusur görmez, kusur örter.

Otuz birinci kural: Hakk´a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp... Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise, ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

Otuz ikinci kural: Aranızdaki perdeleri tek tek kaldır ki Allah´a saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!

Otuz üçüncü kural: Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen HİÇ ol! Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil hiçlik bilincidir.

Otuz dördüncü kural: Hakk´a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenliktir demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

Otuz beşinci kural: Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Allah´a inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsan-ı kâmil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

Otuz altıncı kural: Hilden, desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O´nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan!

Otuz yedinci kural: Allah kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken ne bir saniye geç. Her insan için bir âşık olma zamanı vardır; bir de ölmek zamanı.

Otuz sekizinci kural: Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım? Diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık! Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

Otuz dokuzuncu kural: Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz; her şey yerli yerinde kalır, merkezinde... Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. Ölen her sufi için bir sufi daha doğar.

Kırkıncı kural: Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK´ın hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.

Nerden geldiğini unutmayacaksın !

Unlu basketbolcu Hidayet Turkoglu esiyle birlikte,Eminönün de geziyordu.Once akvaryumculari dolastilar, Kapalicarsi,Nuriosmaniye, Yerebatan Sarnici, Ayasofya, Sultanahmet, Topkapi Sarayi, Gulhane Parki derken,
Yeni Caminin onune kadar geldiler. Orada bagira bagira simit satan bir cocuk vardi.
Basketbolcu birden durakladi...Sonra simitciye yaklasti: - Simit'in kaca koc ?
- 300 bin abi.Citir citir....- Tezgahta kac simit var ?- 70-80 tane var herhalde...
- Hepsini alsam ne tutar ?
- Seksen desek 24 milyon.
- Al sana 30 milyon... Farzet ki hepsini aldim...-Sagol abi... sagol...Basketbolcu uc onluk cikartip simitcinin onune birakti…Esi saskindi.Uc bes adim yurumuslerdi ki esine yaklasip fisildadi.
- Hidayet sen deli misin ?
- Yooo- Peki yemedigimiz simitlerin parasini niye verdin?
- Bosver sorma.
- Diyelim ki soruyorum. Hem de israrla soruyorum.
- Oyleyse soyleyeyim.- Lutfedersiniz beyefendi.
- Tablanin kenari dikkatini cektimi ?
- Hayir.
- Baksan gorecektin. Tahtaya bir isim kazinmisti.
- Nasil bir isim ?
- Hidayet !
- Yoksa ?- Evet o tezgah, eskiden benimdi.

Bu hikayeyi hidayet turkoglu tv8 de katildigi bir programda kendisi anlatmistir

Nereden geldiğini unutmayacaksın , nereye gittiğini de ....

18 Ocak 2010 Pazartesi

BEDEN DİLİ


Bir kaç yüzyıl önce Papa bütün yahudilerin Roma'yı terk etmeleri gerektiğine karar verir.
Doğal olarak Yahudi toplumundan büyük bir tepki gelir.
Bunun üzerine, Papa ile Yahudi toplumundan önde gelen birisiyle karşılıklı dini bir müzakere yapmalarını önerir. Yahudiler kazanırsa kalacaklar, Papa kazanırsa gidecekler. Yahudiler çaresiz kabul eder ve temsilci olarak Moiz'i seçerler.
Ancak Moiz'in Papa ile aynı dili konuşamaması nedeniyle müzakere de konuşmak yerine sadece işaret dilinin kullanılması teklif edilir.
Papa da kabul eder. 1. Müzakere günü geldiğinde iki taraf karşılıklı yerlerini alırlar ve karşılıklı olarak bir süre bakıştıktan sonra Papa elini kaldırarak 3 parmağını gösterir. Buna karşılık Moiz tek parmağını kaldırır.
2. Papa parmaklarını sallayarak başının etrafında çevirir.
Moiz ise parmağıyla yeri işaret ederek oturduğu yeri gösterir. 3. Papa yanındaki çantadan bir parça ekmek ve şarap çıkartınca Moiz de bir elma çıkartır. Bunun üzerine Papa ayağa kalkarak "Ben pes ediyorum, Yahudiler kalabilirler" der. Müzakere sonrasında Papa'nın etrafına toplanan kardinaller Papa'ya ne olduğunu sorduklarında Papa;
1. Ben önce 3 parmağımı gösterip Kutsal Üçlüyü işaret ettim. Buna karşılık o bana tek parmağını gösterip her iki dinin de tek Tanrı’yı tanıdığını söyledi.
2. Ben parmaklarımı sallayıp basimin etrafinda çevirerek Tanrı’nın bizim etrafımızda olduğunu gösterdiğimde o da oturduğu yeri işaret ederek Tanrı’nın onların durduğu yerde de olduğunu işaret etti.
3. Ben kutsal ekmek ve şarap çıkartıp Tanrı’nın bizim günahlarımızı bağışladığinı göstermek istediğim zaman da hemen bir elma çıkartıp bana ilk günahı hatırlattı. Herifin her şeye bir cevabı var. Ne yapabilirdim ki?" Ayni sırada Yahudi cemaati de Moiz'in etrafini sarmış ona nasıl başardığını soruyorlardı,
Moiz; 1. "Önce bana 3 parmağini gosterip 3 gün içinde burayı terk etmemizi istedi. Ben de ona bir tekimizin bile ayrılmayacağımızı söyledim.
2. Sonra bütün şehrin Yahudilerden temizleneceğini söyledi. Ben de, hiç bir yere gitmeyip olduğumuz yerde kalacağimizi söyledim"
3. "Sonra ne oldu?" diye kalabalık heyecanla sormuş. "Valla,sonrası nı ben de pek anlamadım. Adam biraz hiddetlendi ve öğle yemeğini çıkarttı. Bunun üzerine ben de benimkini çıkarttım. Hepsi bu!..

İNSANLARIN NE KONUŞTUĞU DEĞİL NE ANLADIĞI ÖNEMLİDİR.

12 Ocak 2010 Salı

Dunning-Kruger sendromu- Psikolojide Nobel ödülü alan çalışma

Psikologlar Justin Kruger ve David Dunning'in tarihe geçmelerine vesile olan teorileri özetle, "cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır" der.

Metin çözme, araç kullanma, tenis oynama gibi çeşitli alanlarda yapılan araştırmaların

sonucunda şu bulgulara ulaşılmıştır:

-Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.

-Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.

-Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.

-Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerini n farkına varmaya başlarlar..

Değerlendirme zaafı:
İki uzman daha sonra, bu teorilerini test etme fırsatı da buldular. Cornell Üniversitesi' nden 45 öğrenciye bir test yaptılar, çeşitli sorular sordular. Ardından öğrencilerden "testin sonucunda ne kadar başarılı olacaklarını tahmin etmelerini" istediler.

En başarısızların (yani sadece yüzde 10 ve daha az doğru cevap verenlerin), testin yüzde 60'ına doğru cevap verdiklerine, ayrıca iyi günlerinde olsalar yüzde 70'e ulaşabileceklerine inandıkları ortaya çıktı.

En iyilerin (yani en az yüzde 90 doğru sonuç alanların) en alçakgönüllü denekler olduğu (soruların yüzde 70'ine doğru cevap verdiklerini düşündükleri) görüldü. (Not: Dunningve Kruger bu çalışmalarıyla 2000 yılında Ig Nobel * de kazandılar.)

Çalışan, kendi kapasitesini değerlendirmekten ve eksikliğini teşhis etmekten acizdir. Ama asıl vahim olan, bu "yetersizlik + haddini bilmeme" kokteylinin, mesleki açıdan, karşı koyulmaz bir itici güç oluşturması. Kariyer açısından bir eksiyken, artıya dönüşmesi.

İşinde çok iyi olduğuna yürekten inanan "yetersiz", kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve haddi olmayan görevlere talip olmaktan en küçük bir rahatsızlık duymayacaktır. Aksine bunu bir "hak"olarak görecektir.

Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar ise çalışma hayatında "fazla alçakgönüllü" davranarak kendilerine haksızlık edecekler, öne çıkmayacaklar, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmayacaklar, kıymetlerinin bilinmesini bekleyecekler (ve bilinmeyince için için kırılacaklar ve kendilerini daha da geriye çekecekler) ve muhtemelen üstleri tarafından "ihtiras eksikliği" ile suçlanacaklardı r.

Sonuçta, "kifayetsiz muhterisler" her zaman ve her yerde daha hızlı yükselecekler ve daha yukarılara çıkacaklardır.

Etrafınıza bir bakın, uzmanlara hak verecek misiniz ?

Dr. Serra Menekay Oncel

11 Ocak 2010 Pazartesi

Aşk ve Ön Söz

Karşılıklı sevginin Leyla’larda Mecnun’larda kaldığını anlamak için karşılıksız sevgi yaşamak gerekiyormuş. Birini sevmenin delice bir aşkla bağlanmanın güzelliğini yaşamak için hazan mevsimine gelmek olduğunu bilmiyordum. Meğer hayatta ne çok şey kaçırmışım...

Aşkın insanı büyüttüğünü olgunlaştırdığını da öğrendim artık. Bu yaşıma kadar kimse öğretmedi bana aşkın karşılıksız olduğunu, sadece gönülden sevenin bu acıyla kavrulacağını, sevilenin ise sevildiğini bilmeyeceğini... Yine teşekkür ederim sana karşılıksız aşkım!!! Bana hayatta öğretilmeyenleri öğrettin. Hiç kimseye hissetmediklerimi hissetdirdin. Hiç kimse için yapamayacaklarımı yaptım. Pişman mıyım? Hayır hiç pişman olmadım ve aşkını sonsuzluğuma saklarken bile mutluydum. Hayatımın son basamaklarında bana böyle bir aşkı yaşattın. Seni sevmeme izin verdiğin için teşekkür ederim Aşkım…

Sevgiliye bu kadar serzeniş çok görülmez umarım. Evet yaşadım gördüm öğrendim. Sevgi ve aşk sadece tek kişi tarafından yaşanabiliniyor. Aşkın karşılığı yok. Bazı insanlar sadece sevmeyi bilir,karşısındaki sever mi sevmez mi hiç düşünmeden sever. Hep bekler sevecek diye ve sonunda görür ki sizi kırmamak adına hatır için kendini zorlayarak karşılık verme çabasındadır. Oysa ki herkes duygularında özgürdür ve kimse kimseyi zorla sevemez. Kırgınlık olmaz aşkta. Seviyorsan, gerçekten aşkını yüreğinde hissediyorsan bırakacaksın sevgiliyi özgürce kanat çırpsın ve nerede kiminle mutluysa
Tadına vararak yaşasın... O’nun mutluluğunu uzaktan seyrederek yaralarını sarmayı da öğrenmek gerekir...

Aşk yalnızlığı kabullenmektir...

Aşkın denklemi çözümsüz. Alışmak gerek sadece sevmeye. Sevilmeyi tatmadan da yaşamayı öğrenebilir insan. Ama birini sevmeyi birine sımsıkı bağlanmayı mutlaka yaşamalı. İşte o zaman hayatta bir yanlışlık olur...

Ve ön söz...

Seni sevdiğimi bil. Nerede olursan ol. Her zaman çok sevildiğini bil...

Hayattan Beklentin Nedir



Hayattan beklentin nedir? dedi adam...

\'iyi bir eş... rahat bir hayat... yetecek kadar para... Sağlıklı çocuklar...bunlar beklentilerim\'. dedi kadın...

\'Nasıl bir eş istersin?\' dedi adam...

\'Anlayışlı, müşvik, ilgili ve sevgi dolu\' dedi kadın...

Sustu, düşündü bir süre adam...
Hayattan kendi beklentilerini değil, kadının beklentilerine uygun bir erkek olup olmadığını düşünüyordu... Ya da kadının onun hayallerine denk olup olmadığını...

Yeterince anlayışlı mıydı acaba? Anlayışlı erkekten beklentisi neydi kadının? Evde yemek bulamayınca susmak mıydı anlayışlı olmak, yoksa mutfağa dalıp makarna yapmak mı?. Oysa o hep birgün eşinden önce eve gelip ona sofralar donatmanın hayalini kuruyordu ortak hayatta...

Beklenti ile gelen anlayışlı erkeklik bu kadar basit miydi? Bir tencere makarna pişirmek kadar kolay mıydı anlayışlı olmak? Beklenmedik bir günde sofralar donatan bir eş olmak istiyordu oysa o.Karnı doyan değil, gözleri parlayan bir kadındı onun aradığı...

Yeterince müşvik miydi acaba?... Müşvik bir eşten beklentisi neydi kadının? En üzgün anında onu dizlerine yatırıp okşamak mıydı müşvik olmak, yoksa konuşarak onu rahatlatmak mı?...

Oysa o hep bir gün eşini çok üzgün görürse elinden sımsıkı tutup en uzun yolda saatlerce yürümeyi hayal etmişti...

Deniz kenarında, ormanda başbaşa uzun bir yürüyüşün sonunda onu eve getirip üstünü örmek, uyumasını seyretmekti onun hayali...

Bu kadar basit miydi müşvik eş olmak? Herhangi bir yakın dostun yapabileceğini yapmak kadar kolay mıydı?

Varlığının önemini hissettireceği, ona sonuna kadar yanında olduğunu göstereceği bir eş olmak istiyordu oysa o... Kıvrılmış bir kedi değil, ayakta duran bir kadındı onun aradığı...

Yeterince sevgi dolu muydu acaba? Sevgili olmaktan beklentisi neydi kadının? Her an yanyana olmak mı? Hep onu düşünmek mi? Her şeyden birlikte keyif almak mı? Tüm arkadaşlarıyla tanışmış olmak mı? Sevgilim diye tanıştırılmak mı? Sürekli dokunmak mı?

Öpmek... Öpmek...

Bu muydu sevgi dolu erkek?

Oysa o hep onu sadece sevmeyi hayal etmişti... Sadece sevmeyi...

Sevdiğini, sevildiğini hissetmeyi...

Doğduğu şehre götürüp ona sürpriz yapmayı düşlemişti...

Kadınına hiç beklemediği bir anda, en olmadık yerde, markette, belki de asansörde, durduk yerde \'Seni seviyorum\' demenin hayalini kuruyordu ortak hayatta...

Beklenti ile gelen ilgili ve sevgi dolu erkeklik bu kadar basit miydi? Gözüne bak, yeni boyattığı saçını anla, telefonla ara...
Beklenmedik bir günde beklenmedik hoşluklar yapmak istiyordu oysa o.. Saçı bembeyaz olduğunda ilk kez \'çok güzelsin\' diyebileceği bir kadındı onun aradığı...

\'Peki benden beklentin nedir?\' dedi adam kadına...

\'Hiç\' dedi kadın. \'Hiç bir beklentim yok\'. \'Ya senin?. Senin beklentin ne benden?\'...

\'Bilmem hiç düşünmedim\' dedi adam...

Oysa ikisinin de idealleri sandıkları beklentileri, iki kişilik sandıkları tek kişilik hayalleri vardı... Gün gün hayatın planları vardı kafalarında...

Ama \'Hiç\' diyorlardı, \'Çok\'yerine... Dürüst değillerdi... Korkuları vardı... Ya değişirse?,Düşlediğim gibi olmazsa her şey?.... Ya terk ederse?

Giderse gitsin... Biterse bitsin...

Yeter ki sadece sevsin... Bunu diyemiyorlardı...

Düşünüyorum da, biz insanlar hep karşımızdaki ile hayalimizdekini aynı görmeye çalışırız. Ya da aynı yapmaya... Olmayınca suçlarız, kızarız, hatta terk eder gideriz... Terk edemezsek sızlanırız... Mutsuz olur, mutlu edemediği için mutsuz ederiz karşımızdakini. Ne umdum ne buldum deriz...

Peki ya hiç ummasak nasıl olur...
Hiç beklemesek. Beklentisiz seviversek..

Onu bensizken, sensizken olduğu gibi sevsek...

Kıskanarak değil de, özgürlüğünü seyrederek sevsek...

Özel günlerde hediyelerle gelişini değil de, ummadık bir anda öpüşünü, olmadık bir anda kapıyı çalışını sevsek...

Sevgiye beklentileri karıştırmadan, sevgiye başka şey katmadan koşulsuz ve katıksız sevsek...

Sonunu düşünmeden, hesaplayıp çarpıp bölmeden, kurgulamadan, sorgulamadan, hayallere dalıp gerçeklikten kopmadan sevsek...

Sadece sevsek...

9 Ocak 2010 Cumartesi

Son günlerin en güzel yazısı

-Ben dürüst, hiç kanuni suç işlememiş, vergisini muntazam ödeyen, trafik kuralları dahil her türlü kanun ve kurala uyan bir vatandaşım. Bir şahsa hakaretim bile yoktur...... .Ama başkaları tecavüz ediyor, alkollü araba kullanıp sakat bırakıyor, insan öldürüyor, hırsızlık yapıyor.v.s.. ..ben onları vergimle hapishanede besliyorum ve çıktıklarındada mutlaka onlara iş veriyorum, ayrıca aramıza alıyorum ki tekrar tecavüz etsinler, sakat bıraksınlar, öldürsünler.

Ben de düşünüyorum, aklediyorum ve sistemde yanlışlar buluyorum. Sivil Toplum Kuruluşlarıyla çalışıyorum, yazıyorum, oy veriyorum... .. Ama başkaları bölüyor, dağa çıkıyor, bomba atıyor, ağlamayana meme yok diye kırıyor, döküyor ve öldürmeye devam ediyor...... . .Ben onların maaşını ödüyorum, liderlerini besliyorum ve kardeşlerimi öldürdüğü için affetmeye zorlanıyorum.


Ben tek çocuk sahibiyim. Doğuramadığım için değil. Sevgimi, ilgimi, bilgimi ve maddi gücümü en iyi şekilde bu insana yatırıp, onu onlarca insana bedel, akıllı, manevi değerler üretebilen ve yaşatabilen, kutsal sisteme saygılı bir insan yapmak istediğim için......Ama başkaları 10’larca çocuk dünyaya getiriyor. Korunamadıkları için değil. Sayısal üstünlük sağlamak için. Sevmiyorlar, ilgilenmiyorlar. O çocuk dağa çıkıyor, o çocuk kapkaç yapıyor, o çocuk tinerci oluyor, o çocuk okumadığı için özgür olamıyor ağasına maraba oluyor yada bakamadıkları için dedesi yaşındaki birisine 13 yaşında satılıyor ve 14 yaşında oda doğurmaya başlıyor...... .. Sonra benden o insanlara merhamet duymamı ve benden alınan vergiler onları beslemeye yetmediği için ayrıca çocuklarını okutmamı istiyorlar. Ben marabaların kızlarını okutayım ki ağaları kendi kızlarına kilolarca altın takılan 40 gün 40 gece düğünler yapabilsin. Evlerini ısıtıyorlar benim vergilerimle yada kimbilir o kömürleri satıp sigara parası yapıyorlar. Oysa ben bu kış zamlı doğalgazı nasıl ödeyeceğimi düşünüyorum. Onlar 10’ar 10’ar doğurduğu için işsiz kalıyorlar ve batıdaki fabrikaları doğuya taşımaya zorluyorlar. Öyle ya merhamet etmek lazım. Batıdakiler işsiz kalsada olur malum onların sesi çıkmaz. Oysa toprak reformu, aşiretleri çözmek kimsenin işine gelmiyor. Çünkü oy için 10 000 insanı ikna etmek kolay değildir ama ağasını ikna etmek kolaydır.


Ben daha maaşımı almadan vergim kesiliyor... .... Ama başkaları vergi ödemiyor ve sıksık affediliyor. Benim maaşım belli. Ama stadyumda sünnet düğünü yapanın geliri nasılsa belli değil. Oysa biz evlendiğimizde düğün bile yapamadık.


Biz evlendiğimizde alacağımız mobilyalarla doğaya zarar vermişizdir endişesi ile nikaha gelen herkese şeker yerine yüzlerce ağaç fidanı dağıttık, doğadan aldığımızı doğaya geri verelim diye......Ama başkaları ormanı yakıp yerine ev yaptılar, sattılar, kiraladılar, zengin oldular ve 2B ile affoldular.


Benim babam ev alabilmek için 12 sene aynı işçi parkası ve pençeli ayakkabısı ile gezdi Çok şükür şimdi evleri var......... ama başkalarının babası devletin arazisi üzerine gecekondu yaptı şimdi mütahite sattı ve bir sitede 60 dairesi var.


Ben dişimi fırçalarken suyu devamlı kapatıyorum. Meyve yıkadığım suyla balkonu yıkıyorum..v.s. Malum suyu israf etmeyeceğiz ya......... Ama başkaları golf sahaları yapıp çimleri için tonlarca su kullanıyor. Yada biryerlerde kaçak kullanıp para vermiyorlar.


Ben bakanımızında tavsiyesine uyarak saçımı havluyla kuruluyorum. Ayrıca Maliye bakanımızın kızına katkısı olsun diye evlerimizi tasarruflu ampullerle donatıyoruz. A+ makinelerimiz var....... Ama başkaları kaçak elektrik kullanıyor ve faturalarını ben ödüyorum.


Ben sağlık sigortamı istemesem bile ödüyorum...... ..ama başkaları yeşil kartla gidip benim paramla muayene oluyorlar. Gerçekten ihtiyacı olana son kuruşuna kadar helal olsun. Ama bu ülkede kaç milyon yeşil kartlı var? Kaçı hak ediyor ?


Ben sabrediyorum, bir yaratıcının var olduğuna bunların bir imtahan olduğuna inanıyorum. Ben doğru yol, iyi iş (salih amel) den hedef ne olursa hiç bir gerekçe ile (cihad, takiye..vs) her ne olursa olsun taviz vermiyorum.. ....Ama onlar takiye diyor, cihad diyor, bu daha iyi diyor, uyduruyor, dinimi bölüyor, kullanıyor.


Öyle uzunki bu liste...biliyorum uzun yazıları okumayı sevmiyorsunuz. Her türlü adaletsizliğe rağmen doğru bildiğim yoldan asla dönmeyeceğim. Çok sevdiğim bir fıkra ile bitireyim


Adamın biri dünyada hiç kimseye bir kötülük yapmamış, her türlü kurala uymuş, içmemiş, zina yapmamış, uyuşturucu kullanmamış, kimseyi pataklamamış. Neyse bir gün ölmüş büyük bir sevinç ve beklenti ile sorgu meleğinin önüne gelmiş

melek sormuş : içmemişsin

Adam : evet

Melek : Kimseye el bile kaldırmamışsın

Adam: evet

Melek : Kendi karından başkasına yan gözle bile bakmamışsın

Adam : evet

Onlarca sorudan sonra sorgu meleği yanındaki meleğe dönerek : bir çift kanat getirin
Adam heyecanla : Melek oluyorum değilmi?

Melek : hayır kaz oluyorsun


Fıkradır ama doğruyu söylemek gerekirse korkum kaz olmaktır.

Yazarı belli değil ama bir çok kişinin duygularına tercüman olduğuna şüphe yok .....